Safe Jets AviaCourse Avibrary Entropol

 “Karanlık sisli bir gece… Lanetli ve karanlık manastırda kütüphaneci Malachi, bastıramadığı bir merak içerisinde… Yaşlı Jorge ortalarda yokken aklındakini gerçekleştirmeli mi? Yavaşça ilerliyor, gizli bölme buralarda bir yerde olmalı… Evet işte orada, etrafına bakınarak yavaşça gizli şifreyi giriyor. Her yer çok sessiz, aslında manastır bir süredir oldukça karışık, içinde büyük korku var…  Manastırda işlenmiş cinayetleri çözmek için gelen eski bir sorgucu William’ın da gözü kütüphanenin üzerinde… Tüm bunlar zihninde dolaşırken yavaşça merdivenlerden çıkıyor. Gizli bölüm boş, hızlıca rafları inceliyor, işte aradığı tam elinin altında, Aristoteles’in Poetika’sının yasaklı cildi. Karşı koyamıyor, kitabı eline alıyor, kitap ne kadar da eski ama bir o kadar özenle saklandığı belli, acaba William’ın bahsettiği gibi komedi üzerine mi? Eldivenini takıyor, sayfaları çevirmeye başlıyor ve…”

Ortaçağ İtalya’sında bir manastır… Yedi günlük bir zaman dilimi çerçevesinde işlenen cinayetler ve onları çözmeye çalışan bir Frensisken ve eski sorgucu William, yardımcısı Adso… Tarihsel gerçeklere uygun bir şekilde kurgulanan bir eser; karşınızda Gülün Adı (Name of The Rose).

1980 yılında Umberto Eco tarafından kaleme alınan roman ve 1986 yılında çekilen film sizi Ortaçağ’a doğru kısa bir yolculuğa çıkarıyor; ruhban sınıfının gücünü ölçüsüz bir şekilde kullandığı, skolastik düşünce yapısının egemen olduğu, kilise-devlet-tarikatlar arası çekişmelerin yaşandığı bir döneme… Manastır kütüphanesi etrafında gelişen olaylar zinciri ve dinsel hoşgörüsüzlüğün kütüphaneye olan yansımaları izleyeni oldukça etkiliyor.

“Gençler artık hiçbir şeyi öğrenmek istemiyor, bilim geriliyor, tüm dünya tepetaklak olmuş, körler körleri yönetiyor ve onları uçuruma sürüklüyorlar…”

Yazar Umberto Eco eserinde Ortaçağ’daki durumu böyle ifade ediyor. Yazardan söz etmişken; Umberto Eco İtalyan yazar, Bologna Üniversite’sinde akademisyen, Ortaçağ ve Göstergebilim Uzmanı… Romanını kurgularken yapmış olduğu derin tarihi araştırmalardan beslendiğini açıkça ifade ediyor. Bu sayede okuyucularına polisiye bir romanın yanı sıra tarihin izlerini de sunuyor.

Umberto Eco, Gülün Adı adlı kitabı yazarken tarihi olaylardan faydalanmış.

“Eski bir sorgucu olan William, yardımcı Adso ile başrahibin odasında… Son birkaç gün içerisinde kardeş olarak tabir ettikleri değerli rahipler teker teker ölmüş. Başrahip bunun bir lanet olduğu kanısında ama William’a göre bunun ötesinde bir sır olmalı… İpuçlarını bulmalı, öncelikli olarak da kütüphaneyi incelemeli… Ama nasıl?”

Eserde manastır kütüphanesi en iyi korunan yerlerden biri. Kütüphaneci ve yardımcısı haricindeki diğer kişilerin kütüphane okuma salonu dışındaki diğer bölümlere girişi yasak. El yazması eserler keşişler tarafından yazılıyor, çoğaltılıyor fakat bir eseri yazan keşişin yazılan diğer kitaplar hakkında en ufak bir bilgisi yok.

“Tinsel bir labirent olduğu kadar, dünyasal bir labirenttir o. İçeri girebilirsiniz, ama dışarı çıkamazsınız.”

Kütüphane böyle betimleniyor. Labirent şeklinde tasarlanmış olan kütüphaneye izinsiz giren kişinin çıkması imkânsız. “Finis Africae” olarak adlandırılan gizli bir bölmede saklanan yasaklı kitap (Aristo’nun “Poetika” isimli eserinin kayıp olan ikinci cildi) herkesten saklanıyor. Özellikle yaşlı Jorge bu konuda çok katı. Kitabın varlığını inkâr ederek inandıramadığı keşişler için başka düşüncelere sahip. Bu kitap asla okunmamalı, acı dolu yaşaması gerekirken komedi içeren bu cildi kimse eline geçirmemeli. Tek bilinmesi gereken dinin öğretileri; bilim ilerlememeli, inanç sarsılmamalı.

Eserde işlenen bu tema oldukça ilgi çekici çünkü kitap ve bilgiye erişim karşısındaki bu tutum değişik yüzyıllarda farklı kültürlerde karşılaşılan bir durum olma özelliğine sahip. Çin İmparatoru Qin Şi Huang’in M.Ö. 212 yılında ülkedeki felsefe ve tarih kitaplarından sadece imparator kütüphanesi için bir nüsha bırakarak yaktırması bu durumun yüzyıllar öncesine dayandığına, o dönemde bile kitapların iktidar karşısında tehlike unsuru olarak görüldüğüne dair dikkat çekici bir örnek.

Eserin konu aldığı Ortaçağ dönemindeki tutuma değinmişken, bu konuyu biraz açmakta; bilme olan bakış açısından söz etmek de yarar var.

Ortaçağ 4. ve 14. yüzyıllar arasındaki bir zaman dilimini ifade eder. Ortaçağ’ın karanlık olarak nitelendirilmesindeki başlıca etken skolastik düşüncedeki “skolastik” (scholasticus) sözcüğü, Latince schola (okul) kelimesinden gelmekte ve “okulcu” anlamını taşır. Bu kelime, o dönemde eğitimin manastırlarda ve katedral okullarında olmasından dolayı ilk bakışta ruhban sınıfını akla getirir. Düşüncelerde dinileşme süreci sonucunda Eskiçağ’ın ilk yıllarında geçerli olan “doğru bilgi arayışı” yerini “doğru davranış arayışına” bırakır. Bilimsel bilgiyi destekleyecek çok fazla çalışma olmaz ve önceki çağların bilgi birikimi de büyük ölçüde unutulur. Bu dönemde mevcut olan dini koruma arzusu, doğayı araştırmak yerine büyük ölçüde diğer din ve felsefeleri araştırmaya iter, Hıristiyanlığın liderliğini sağlamlaştırma arzusu ve rakipleri eleme isteği dönemin kutsal kitaplar çerçevesinde şekillenmesine neden olur. İnanç ve akıl arasında bağdaştırma yapabilmek için Aristoteles’in fikirlerinden yararlanılır.

Ortaçağ döneminde eğitim büyük ölçüde manastır ve katedral okullarında verilir. Skolastik düşüncenin hâkim olduğu bu eğitim düzeni 12. yüzyılda ortaya çıkan üniversitelere kadar devam eder. 1088 yılında kurulan Bologna Üniversitesi (Alma Mater Studiorum); İtalya’nın Bologna şehrinde hukuk eğitimi almak isteyen öğrencilerin bir öğrenci locası kurması ve buraya “Universitas” adını vermeleri ile ortaya çıkar. “Universitas” kelimesi bugünkü üniversitenin bilinen anlamından farklı olarak “dernek” anlamında kullanılır. Bir yüzyıl sonra felsefe ve tıp fakültelerinin eklenmesiyle Bologna Üniversitesi ilerlemeye başlar. Bu üniversiteyi, Oxford, Cambridge, Padua, Ravenna ve Paris Üniversiteleri izler, her üniversite, ilâhiyât, kilise hukuku, tıp ve genel meslekler olmak üzere dört bölümden oluşur ve öğretim üyeleri yine din adamları olur. Hemen hemen tüm programlarda dersler Yedi Özgür Sanat’a uygun olarak iki ana gruba ayrılır: birinci grup Trivium (Üçlü) olarak adlandırılır ve gramer, retorik ve diyalektikten oluşur; ikinci grup ise Quadrivium (Dörtlü) olarak isimlendirilir ve aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden oluşur. Daha sonra, bu bölümlere, felsefe ve mantığın yüksek kısımları da ilave edilir.

Ortaçağ dönemi baskıcı bir yapıya sahip olsa da yine bilim adamlarının da yetiştiği bir dönem olur. Doğa ve Bilgi Felsefesi ile ilgilenen Albertus Magnus (biyoloji konusunda “Hayvanlar Hakkında” ve “Bitkiler Hakkında” eserlerini yazmıştır), tıp alanında çalışmalar yapan Paul Aeginata, fizik alanında Roger Bacon (bilimin her alanındaki yazıları içeren Opus Majus’u yazmıştır) dönemin ünlü isimlerindendir.

Yine bu dönemde katedral okulları, üniversiteler kadar önemli başka oluşumlar da ortaya çıkar. Bu oluşumlar; 1209’da kurulan Fransisken Tarikatı(Gri Kardeşler) ile 1215’de kurulan Dominiken Tarikatı’dır. (Siyah Kardeşler) Başlangıçta dinsel amaçlara sahip olan bu tarikatlardan Fransisken Tarikatı zamanla bilime, Dominiken Tarikatı ise felsefeye yönelir. Özellikle Fransisken Tarikatı oldukça etkili olur.

Gülün Adı’nda Frensisken olması sıkça vurgulanan ve bu özelliğiyle saygı duyulan William yardımcısıyla cinayetleri araştırmaya devam eder. Evet manastırın büyük kütüphanesinde çalışan Adelmo’nun kuleden düşmesi sonucu ölümü intihar olarak görülmektedir fakat Yunanca-Arapça çevirmeni Venantius, retorikle uğraşan Benno, kütüphane yardımcısı Brengar, yazmaları kopya eden Aymora, kütüphaneci Malachi ve şifalı otlar uzmanı Severinus’un ölümleri oldukça trajiktir ve gizli bir sırrı korumak için öldükleri şüphesini uyandırmaktadır.

Keşiş Jorge, kör olmasına karşın yasaklı kitabı okumak isteyenler için tuzaklar hazırlar.

Eserde William kadar ilgi uyandıran karakter yaşlı keşiş Jorge yenilikçi düşüncelere olan sert tutumu ile oldukça ilgi çeker. Jorge hayatını buradaki kitapları okumaya adamış ve bu uğurda kör olmuştur. Kör olmasına karşın yasaklı kitabı okumak isteyenler için hazırladığı tuzaklar oldukça şaşırtıcıdır. Kitaba dokunan ve parmağına zehir bulaşan kütüphaneci Malachi, ayin sırasında tüm keşişlerin gözleri önünde ölür.

William’a güvenmeyen başrahibin engizisyon yargıcını manastıra çağırması ve onun sergilediği tutum da Ortaçağ’a bir gönderme olarak karşımıza çıkar.

Gülün Adı; bir polisiye eser olmasının yanında çok önemli bir tarihi eserdir. Düşünmenin yasaklanması, dinsel öğretilerinin dışında yenilikçi fikirlere olan katı tutum, devlet- kilise- tarikatlar arasındaki ilişki arasında çatışma noktasında öğretici bir niteliğe de sahiptir. Bu özelliğini günümüz şartları bağlamında düşündüğünüzde oldukça farklı noktalara geçiş yapabilirsiniz.

“Ayin sırasında yardımcısı Adso’yu gizlice yanına çağıran William nihayet gizli geçidin yerini bulduğunu söyler. Aradığı tüm soruların yanıtı ordadır, bundan artık emindir… Kimseye görünmemeye çalışarak hızlı bir şekilde gizli bölmeye giderler, şifreyi doğru tahmin edip merdivenlerden çıkarlar, karşılarında siyah cüppeli yaşlı rahip vardır, “beni buldunuz” der yaşlı rahip ve elindeki yasaklı kitabı William’a verir, ama her şey göründüğü kadar sorunsuz değildir.  William ve Adso’nun gizli bölümden çıkışı kolay olmayacaktır, elindeki meşaleyle raflardaki diğer kitapları tutuşturur. İşte o an William elindeki Poetika’ya sarılarak her şeyin bittiğini düşünür…Acaba gerçekten de her şey bitmiş midir?” 

1986 Yapımı filmin fragmanı:

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=_0Mc8JMi11I&w=480&h=360]


Kaynakça:

BURKE, Peter. “Bilginin Toplumsal Tarihi”. çev. Mete Tunçay.  2. baskı.  İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2001

Keseroğlu, Hasan S. “Sessiz Serinliklerde Bilgi ya da Kütüphane Üstüne”. İstanbul: Mavibulut Yayınları, 2004

Rukancı F. ve Anameriç H. (2004). Ortaçağ’da İlk Üniversiteler: Studium Generale. Felsefe Dünyası, 2004/1, 170-186.

http://www.aid.sakarya.edu.tr/uploads/Pdf_2009_2_87.pdf

http://yunus.hacettepe.edu.tr/~skucuk/ortacagdabilim1.pdf

yorum

Atilla S. için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sinem Doğan

İstanbul Üniversitesi Bilgi Belge Yönetimi&Sosyoloji bölümlerinden mezun olduktan sonra İşletme Yönetimi/Yönetim ve Organizasyon alanında yüksek lisans yapmıştır. Şuan da reklam sektöründe çalışmaktadır.