“Üst tarafları kadındır onların ama alt tarafları hayvandır; bellerinden yukarısı tanrılarındır ama aşağısı şeytanın malıdır… Cehennem, zulmet, kükürt kuyuları, alev alev ateşler, kaynar sular, pis kokular hep, hep oradadır…”
Yukarıda okuduğunuz mısralar, Shakespeare’nin Kral Lear adlı oyunundan… Peki, böylesine kötü olarak betimlenen kimler mi? Cadılar. Şu bizim masal ve filmlerden aşina olduğumuz sevimli cadılar ya da çirkin, süpürgesiyle uçan cadılardan değil de bir dönem diri diri yakılan ya da asılan kadınlar!
Bu konuda araştırma yaparken bir kadın olarak kendimi tuhaf hissettiğimi belirtmeliyim. Okuyacağınız bu yazı “Cadı” kavramı üzerine kurgulanmış olsa da arka planda çağlar boyunca kadınlara karşı gösterilen saldırgan tutumları, kadın cinselliğinin nasıl kullanıldığını da gösteriyor.
Benim cadılarla tanışmam çocukluğuma denk gelir, birçoğumuzun da öyle değil midir? Masallarda dinlediğim kötü yürekli, çirkin, süpürgesiyle uçan yaşlı cadı, bir iki çizgi filmde geçen iyi yürekli, sevimli cadılar… Eğer sizin için de “cadılık” bunlarla sınırlıysa bu yazıda cadıları bir de benden dinlemenizi öneririm. Keza benim anlatacağım cadılık hikâyeleri biraz daha farklı gelebilir. Bakalım sizi aşina olduğunuz cadı hikâyelerine mi götüreceğim yoksa tarihin karanlık sayfalarına mı?
Genel tanımıyla cadılık; tarihi, antropolojik, dini kaynaklarda sihir ve büyü yetenekleri olarak tanımlanır. Cadı ise cadılık öğretilerini uygulayan kişi (kadın) olarak ifade edilir. Cadı ve cadılık, tarihi araştırmalarda izine az rastlanılan bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedenlerinden biri bu sebepten kurban edilen kadınların çoğunun fakir köylü kadını olması olabilir. Yaklaşık 200.000 kadının yakılarak öldürülmesi gibi büyük bir katliam maalesef Avrupa tarihinde çok önemli bulunmamaktadır.
Cadı avının ortaya çıkışı ve ilerlemesi:
Cadı avları ilk olarak 15.yüzyılda Fransa’nın güneyinde, Almanya’da, İsviçre ve İtalya’da görülmeye başlanır. Avrupa köylülerinin en çok güçlendiği dönemde başlayan cadı avları, devletin ve soyluların giderek artan saldırgan tutumu karşısında köylülerin direncini büyük ölçüde kırmıştır. Cadı avlarının Ortaçağ’da başladığına dair bir kanı olabilir, fakat karanlık çağ olarak tabir edilen Ortaçağ’da toplu olarak infazlara rastlanılmamıştır. 15.yüzyıla gelindiğinde halk ayaklanmaları, salgınlar ve cadı avları bir kriz dönemini ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde gelişimine inanılan cadı öğretileri zaman içerisinde büyücülüğün, doğaya, devlete ve Tanrı’ya karşı yapılan en büyük suç olduğuna karar verilmesine yol açmıştır. 1435 – 1487 yılları arasında cadı avı üzerine 28 inceleme yazılmıştır. 1486’da yayınlanan Malleus Maleficarum’da (Cadıların Çekici), Summis Desiderantes (1458) adlı papalık bildirisi incelenmiş, kiliseye göre cadılığın büyük bir tehlike olarak görüldüğü belirtilmiştir. 16.yüzyılın ortalarından sonra cadı olarak yargılanan kadınların sayısı artmış ve cezalandırma yetkisi Engizisyon’un(Katolik Kilisesi’ne bağlı bir mahkeme sistemi) elinden alınarak seküler mahkemelere verilmiştir. 1580-1630 yılları arası feodal ilişkilerin kapitalizme özgü siyasi kurumlara dönüşmesiyle cadı avları doruk noktasına ulaşmıştır.
Cadılığın cezasının ölüm olması, 1532’de Katolik V. Charles tarafından yürürlüğe konan Emperyal Yasa Carolina, Protestan İngiltere’de 1542, 1563 ve 1604 yıllarında geçirilen üç Parlamento Yasası ile yasal hale getirilmiştir. Bu yasaların devamında halkı birbirinden şüphelenecek duruma getiren ve dirençsiz kılan, cadılara yardım edenlerin cezalandırılacağını öngören otoriteler gittikçe daha baskıcı bir role bürünmüştür. Öyle ki, Almanya’da Alman Prensliği’nin onayıyla Lüteriyen Kilisesi tarafından görevlendirilen ziyaretçiler halkı şüphelendikleri kişileri ihbar etmeleri yönünde kışkırtma görevine sahip olmuştur. Kuzey İtalya gibi bazı ülkelerde yetkililer şüphelenme olaylarını abartarak, halka deşifre etme amacıyla şüphelenilen kişilerin elbiselerine işaretler koymuş, onları tecrit etmeye çalışmışlardır. Söz konusu durum bile o dönemin korkunç yaklaşımını göstermektedir. Cadı avları çok çeşitli propagandalarla meşrulaştırılan katliamları ifade etmektedir. Bu dönemde cadıların yakalanış, yargı ve infaz süreçleri yazılı basının başlıca konularından biri olmuştur. Bu zulme katkıda bulunanlar arasında yargıçlar, jüriler ve demonologların(şeytanın varlığını araştıranlar) yanı sıra Alman Hans Baldung gibi sanatçılarında olması oldukça ilgi çekicidir. Yine bu dönemde cadı avlarını toplumsal bir kontrol açısından onaylayan İngiliz siyaset kuramcısı Thomas Hobbes ve enflasyon üzerine ilk bilimsel çalışmayı yapan Jean Bodin’in cadılara karşı olan nefret dolu söylemleri oldukça etkili olmuştur. Öyle ki Bodin’in sık sık bu davalara katılması, cadıların diri diri yakılmaları hatta çocuklarının da yakılması yönündeki beyanlarını içeren Demomania adlı eseri bakış açılarının ne denli ürkütücü olduğunu göstermektedir. Cadı avı üzerine, Bacon, Kepler, Galileo, Shakesperare gibi dâhiler döneminde de tartışılmaya devam edilmiş ve cadılık yine büyük bir suç olarak görülmeye devam edilmiştir.
Cadı avlarının politik nedenlerden ötürü arttığı varsayımına ulaşılsa da kilisenin de rolü büyüktür. Papalık bildirileri, kilisenin kadın düşmanı tavrı cadılık avını tetiklemiştir. Ancak sanıldığı gibi cadı avları Katolik kilisenin tekelinde değildir. Protestan inancının hüküm sürdüğü ülkelerde de cadı avlarının sayısı oldukça fazladır. Öyle ki seküler mahkemelerin infazları Engizisyon Mahkemeleri’nin infaz sayısından daha fazla olmuştur. Cadı avı zamanla sınır tanımaksızın ilerlemiş, tuhaf bir şekilde Avrupa ülkeleri arasında birleştirici bir unsur haline gelmiş, Fransa’dan İsveç’e kadar uzanan bir alanda oldukça etkili olmuştur.
Cadılık Suçlamaları:
Buraya kadar kısaca cadı avının ortaya çıkışını ele aldık. Sıra ilginç bölümlerden birine geldi. Cadı avı altında yüzlerce kadın yakılmış ama acaba hangi suçlardan dolayı?
Cadı olduğu iddia edilenlere karşı en genel suçlamalar olarak, bedenlerini ve ruhlarını şeytana satmaları, büyü yaparak çocuk öldürmeleri ve onların kanlarını emmeleri, hayvanlara ve mahsullere zarar vermeleri, fırtınalar çıkarmaları olarak belirtebiliriz. Bu suçlamalara karşı cadı olarak suçlanan kadınların savunmalarının da olmayışı oldukça ilginçtir. İşkence altında alınan ifadeler dışında yazılı beyanların olmayışı dönemin yargı sürecinin ne denli sert olduğunu göstermektedir. Cadı avları kadın bedeninin, emeğinin, cinselliğinin ve yeniden üretim yetilerinin devlet kontrolü altına alındığı bir dönemin başlangıcını teşkil etmiştir. Öyle ki toplum içerisinde hoş görülmeyen kadın davranışları bile zamanla cadılıkla özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Kanıt bulunamasa dahi gerçekleştirilen infazlar dönemin cadı avlarının sadece büyücülükle ilgili olmadığını göstermektedir. Cadı avlarının arka planındaki belirleyici unsurlar olarak, topraklara el konulması, kolektif ilişkilerin yok olması ve kırsal kapitalizmin gelişimi olarak belirtmek mümkündür. Korku ve zulmün artması, zaman içinde durumu en yakın kişilerin birbirlerinden şüphelenmesi noktasına getirmiştir. İngiltere’de cadı olarak suçlanan kadınların, yardımlarla ayakta duran yaşlı kadınlar ya da yemek dilenen kadınlar olması ilginçtir. Bu kadınların aşırı yoksul olması, onların yiyecek için şeytanla işbirliği yapmış olmaları gibi tuhaf kanılara yol açmıştır. Kendilerine sadaka vermeyenleri lanetlemeleri, mahsullere zarar vermeleri… vb. suçlamalarla bu kadınlar infaz edilmiştir. Bu noktada kayıt altında bulunan ilginç bir suçlama metnini paylaşmak isterim:
“Komşusunun tarlasından izin almadan bir sepet armut topladı. Geri vermesi istendiğinde öfkeyle armutları fırlattı, o günden sonra tarlada bir daha armut yetişmedi. Sonra William Goodwin’in uşağı mayasını almak istemedi, bunun üzerine birası kuruyup gitti. Efendisinin toprağından odun çalarken bir görevli tarafından yakalandı, sonra görevli delirdi. Bir komşusu atlarından birini ödünç vermeyi reddedince atlarının hepsi öldü. Bir beyefendi hizmetçisine onun ayranını almamasını söyledi, daha sonra ne yağ ne de peynir yapabildiler.”
Bu suçlamalara maruz kalan kadın, 75 yaşında Margaret Harkett isimli bir İngiliz vatandaşıdır. 1585 yılında Tyburn’de infaz edilmiştir. Trajikomik değil mi? Buna benzer birkaç örnek daha vermek gerekirse;
Waterhouse Ana: Ekmek ve yağ dilenirken komşularıyla münakaşa etmekten infaz edilmiştir.(1566)
Elizabeth Francis: Kendisine maya vermeyen komşusunu lanetlemiş, komşusunu hasta etmiştir.
Ursula Kemp: Kendisine biraz peynir vermeyen bir Dük’ü topal etmiştir.(1582’de infaz edilmiştir)
Alice Newman: On iki pens istediği ama alamadığı yoksulların tahsildarı Johnson’un vebaya tutularak ölmesine neden olmuştur.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi ölen kadınların çoğunluğu yoksul sınıfın üyeleridir. O zaman zengin kesimin alt sınıflara karşı takındıkları tutumlardan kaynaklı ölümlerin yaşandığı varsayımında bulunmak da çok yanlış olmayacaktır. Büyüye olan savaş altında aslında kadınlara yönelik savaş söz konusudur. Kadınların büyüye daha yatkın olarak görülmelerinin yanı sıra bazı köylü ayaklanmalarında görüldüğü gibi (Montpellier-1645) kadınların köy hayatında önemli bir güce sahip olmaları ve bu gücün kırılmasını sağlamak amaçlı kadınlara yönelik saldırgan bir tutum geliştirildiği varsayımları da ilginçtir.
Cadıların geceleri Cadı Sabbatı olarak adlandırılan gizli toplantılara katıldıkları, belli bir örgütlenme çalışması yaptıklarının savunulması ve bunun otoriteyi sarsacak nitelikte bir tehlike olduğunun savunulması cadılık olayının boyutlarını değiştirmektedir. Bu toplantılarda daha çok çocuk olmak üzere insan etinin yendiği savunulmuş hatta bu varsayımlar tasvir edilmiştir.
Cadı avlarının ilk ortaya çıktığı bölgelerin, heretiklerin zulme uğradığı bölgeler olarak ortaya çıkması ilginçtir. Heretikler de yine büyüyle uğraşan bir gruptur. Cadılığın o emrine giren gerçek dine hakaret, oğlancılık, bebek katli, hayvanlara tapınma gibi suçlarla itham edilen heretikler de kazıklarda yakılarak öldürülmüşlerdir. Heretikler ve cadılar arasındaki en önemli fark cadılığın kadınlara ait bir suç olarak görülmesidir. Bu durum özellikle 1550-1650 yılları arasında geçerlidir. Cadının bir kadın olduğu, Tanrı’nın erkekleri böyle bir musibetten koruduğuna dair beyanlar ilginçtir. Mallus Maleficarium yazarları kadınların asla tatmin edilemeyen şehvetleri yüzünden cadılığa daha yatkın olduğunu öne sürmüş, Martin Luther gibi yazarlar ise kadınların ahlaki ve zihinsel zayıflıklarını bu sapkınlığın kaynağı olarak göstermişlerdir. Bu duruma göre kadınların cinsiyet yüzünden baştan böyle bir şeye meyilli olabileceği öne sürülmektedir.
Cadılık davalarında göze çarpan önemli bir unsur üreme suçlarının da vurgulanmasıdır. Cadılar insanların üreme gücünü elinden almak, kürtaj yapmak ve çocukları öldürerek soyları tüketmekle suçlanmıştır. Cadı olarak tabir edilen kadınlar arasında “ebe”lerin de olması buna bağlanmıştır.
Cadılığa atfedilen önemli suçlardan birisi de cadıların erkekleri baştan çıkarmalarıdır. Öncelikli olarak şeytanın baştan çıkardığı kadın, diğer erkekleri de yoldan çıkarmaya çalışmaktadır. Malleus’da bu durum şöyle ifade edilmiştir;
“Cadıların cinsel ilişkiye ve gebe kalmaya sirayet edebilmesinin yedi yolu vardır: Birincisi erkeklerin zihnini aşırı tutkuya yöneltmek, ikincisi onların üreme güçlerini ellerinden almak, üçüncüsü bu işi gerçekleştiren uzvu ortadan kaldırmak, dördüncüsü erkekleri hayvanlara çevirmek, beşincisi kadınların üreme güçlerini ellerinden almak, altıncısı kürtaj yapmak ve yedincisi şeytana çocuk kurban etmek…”
Cadılıkla suçlanan kadınların maruz kaldıkları işkencelere bakıldığında oldukça ürkütücü bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Standart olarak cadılıkla suçlanan kişi, çırılçıplak soyulmakta, tamamen tıraşlanmakta, cinsel organı dâhil olmak üzere tüm vücuduna uzun iğneler batırılmaktadır. Bakire olup olmadığının anlaşılması için tecavüze uğramakta, daha da ileriki boyutlarda etleri lime lime edilmekte, kemikleri kırılmaktadır. İnfaz edilmesine karar verildiğinde ise herkese ibret olması için topluluk önünde asılmakta ya da yakılmaktadır. Bu vahşi durum karşısında erkeklerin bu duruma karşı çıkacak bir şey yapmamaları da oldukça trajiktir.
Avrupa’da cadı avları 17.yüzyılın sonralarına doğru son bulmuştur. Bu dönemde sağlanan toplumsal disiplin sonrasında cadı davaları ve cadılık alay konusu haline gelmiştir. İki yüzyıl boyunca öldürülen yüzlerce kadından sonra birden bire cadı davalarının unutulması, durumun sadece büyücülükle ilgili olmadığını bir kez daha göstermektedir.
Avrupa’daki cadı avlarının benzeri Yeni Dünya’da (Amerika) da görüldüğünden buradaki durumdan da kısaca bahsetmemizde yarar var. Bu bölgeye gelen İspanyollar bu bölgede yaşayan ve çok tanrılı eski dine inanan kadınları (Andlı kadınları) şeytanla anlaşma, havada uçma, balmumundan putlar yapma gibi cadılığa ait suçlarla suçlamışlardır. Amerika’da da suçlananlar Avrupa’dakine benzer şekilde infaz edilmişlerdir. Salem Cadı Mahkemeleri’nde yargılanan ve infazına karar verilen kişiler arasında 9 erkeğin de olması dikkat çekici bir durumdur.
Tüm bu bilgiler ile Avrupa’da cadı avını ele aldığımızda sadece büyücülükte bağlantılı kalmayan zamanla özellikle kadınlara yönelik saldırgan bir tutumu yansıtan bir katliam olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Cinselliği kötüye kullanma, küfür, kavgacılık gibi olumsuz olarak tabir edilen tüm davranışlar da zamanla cadı adı altında kadınlara atfedilerek, suçu kanıtlanamasa dahi yüzlerce kadın katledilmiştir. Bunun kadınların güçlü olduğu bir dönemde (özellikle köylü kadınlarının) başlaması ve toplumsal sistemlerin değişimine kadar devam etmiş olması(yaklaşık iki yüzyıl boyunca) bu avların büyük ölçüde devlet otoritesi çerçevesinde şekillendiğini göstermektedir. Cadı avları büyücülüğe karşı bir savaştan çok kadınlara yönelik bir savaş olarak yüzlerce kadının yok olmasına neden olmuştur.
Kaynaklar:
- FEDERİCİ, Silvia. “Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim”. çev. Öznur Karakaş. İstanbul: Otonom Yayınları, 2011
- http://www.faculty.umb.edu/gary_zabel/Courses/Phil%20281b/Philosophy%20of%20Magic/Arcana/Witchcraft%20and%20Grimoires/deBlecourt-womenaswitch.pdf
- http://tr.wikipedia.org/wiki/Cad%C4%B1l%C4%B1k
Podcast: Play in new window | Download
Subscribe: RSS
Maalesef Avrupa dışında aynı vahşetin hâlâ devam ettiği yerler var: http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/2013-yilinda-cadi-avi-genc-bir-kadin-buyucu-oldugu-gerekcesiyle-yakilarak-olduruldu
Haberden: “Bir Avustralya haber ajansına konuşan Papua Yeni Gine polis sözcüsü Dominic Kakas “cadı avının” ülkede sürüp giden bir sorun olduğuna dikkat çekerek, bunun “ülke kültürünün bir parçası” olduğunu belirtti. Bu yüzden insanların öldürüldüğünü söyleyen polis şefi, 1957 yılında bu konuda bir yasanın kabul edildiğini ancak mahkemelerin bu yasayı uygulamadığını belirtti.”
İlginç bir araştırma ve sonucunda ortaya çıkan etkileyici, sürükleyici bir makale :) Sanırım, sadece yaşamış olduğumuz toplumda değil, Dünya’nın her yerinde kadın, önce ayaklar altına alınan daha sonra ise başa taç edilen tek varlık…
Kaan, değerli katkın için çok teşekkür ederim. Bende internette buna benzer bir haber okumuştum.
http://www.milliyet.com.tr/-cadi-diye-bir-kadini-yaktilar/yasam/haberdetay/28.11.2010/1319399/default.htm
Böyle bir katliamın yeni bir örneğini görmek maalesef çok kötü:( Ama dikkat çekmek isterim ki yazıda geçtiği gibi bu sadece büyücülükle alakalı bir durum değil. Bu olayın temeli politika ve gelişmişlik düzeyi ile de oldukça alakalı. Kadın üzerine bir yazı daha var aklımda, onda bu örneğe de yer verebilirim. Tekrar teşekkür ederim.
Tuğçe Hanım size de değerli yorumunuzdan ötürü çok teşekkür ederim:) Kadın üzerine okuduğum bir kaynakta bir dönem anaerkil yapıda kadının gücünü anlatan ifadelere rastladım. Önceki dönemlerde kadınlığın ayaklar altına alınmış olduğunu düşünmüyorum, sonradan değişen toplum yapısı ve şartlar ataerkil bir sistem ortaya çıkarmış bunu tetikleyen dinsel faktörler, toplumsal normlar derken kadın bugün daha farklı bir statüde bulunuyor…
“…Down from the waist they are Centaurs,
Though women all above:
But to the girdle do the gods inherit,
Beneath is all the fiends’;
There’s hell, there’s darkness, there’s the
sulphurous pit,
Burning, scalding, stench, consumption; fie,
fie, fie! pah, pah…”
(Shakespeare’s – King Lear)
insanlar yanılmaya açıktır, inanmak istedikleri olaylara bir yolunu bulup inanıyorlar, bu tür olaylarda heleki, cadılar, vampirler, cinler, şeytanlar vb.