Safe Jets AviaCourse Avibrary Entropol

Yıl 1995. Soyadıyla piyasaya çıkmaya karar veren Fergan Mirkelam, İskender Paydaş’ın düzenlediği Her Gece şarkısıyla Türk pop müzik listelerine bomba gibi girer(1).

Sadece müzik piyasasına girmekle kalmaz; Umur Turagay’ın yönettiği klipte bir cadde boyunca önce yürüyen, sonra koşan –ve bu yüzden Koşan Adam olarak anılmaya başlayan- Mirkelam’ın pantolonu da meşhur olur. Bir süre sonra “Erkek adam renkli pantolon giymez” inancının yaygın olduğu toplumumuzda her yerde renkli renkli, çeşit çeşit “Mirkelam Pantolonları” türemeye başlar. Türkiye’de gelişmiş bir sektör olan tekstil sektörü –ve onu besleyen kanallardan birisi olan işporta- bu eğilimi iyi yakalamıştır.

Peki ne olmuştur da, bu pantolon bu kadar hızlı yayılmış, kadın ve erkek giyimleri konusunda katı kalıp düşünceleri olan bir toplumda böylesine bir moda haline gelebilmiştir?

Pantolonlar mı çok güzel? Yoksa taktik mi doğru? Ya da çok mu ucuzdu acaba? Giyen neden giydi? Giymeyen neden giymedi? Ya da kimler hemen giydiler? Kimler, “dur bakalım” deyip beklediler…

Gelin hep beraber modaya, pazarlamaya, sosyal ilişkilere “modelli” bir bakış yapalım ve pantolondan filme şöyle bir uzanalım…

Ayrışma ve Benzeşme

Dünya nüfusu yedi milyar mertebesinde, binlerce farklı kültür içerisinde yaşamlarını sürdürüyor. İki insanı karşılaştırdığımızda daha ilk bakışta pek çok benzer ya da farklı özelliklerini söyleyebiliriz. Kimi zaman aynı çağda yaşamış insanları karşılaştırabilirsiniz, kimi zaman ise aynı coğrafyada yaşayanları. Gerek coğrafya, gerek zaman, gerek ise de ait olduğu kültüre göre grupların bir takım benzer özelliklere sahip olduğu göze çarpabilir.

Özellikle aynı mekanda bulunan insanlara bakıyorsanız benzerliğin iki sebebi vardır:

Birincisi ayrışma. Yani benzer özellikler gösteren insanların aynı yerde toplanması. Önceki sayımızda da yer verdiğimiz ayrışma modeline göre, insanlar çevrelerinde kendilerinden daha yabancı kalabalıklar gördüğü zaman, kendilerine daha benzer olanları bulmak için harekete geçerler. Bu etkinin özelliklerini özellikle kentleşmede görürüz: Çin mahalleleri, İtalyan mahalleleri, Karadenizli taksiciler, doktorlar sitesi vb…

Bir diğeri ise benzeşme ya da başka bir deyişle gruba uyma davranışıdır. Burada da insanlar bulundukları gruba uyarlar (grupların normları vardır ve içinde barınmanın koşulu budur), ya da bazen bir miktar çoğunluğa uyarlar. Yani bir X eylemini gerçekleştirmek için çevrelerindeki Y kadar insanın da X eylemini gerçekleştirmesini beklerler ve istenen koşul oluştuğunda da gerçekleştirirler.

Dikkat edilirse ayrışma ve benzeşme birbirlerinden farklıdırlar ve bu ince çizgi önemlidir: Çin mahallelerini oraya taşınanların giderek bir Çinliye dönüşmelerinden değil, Çinlilerin genelde o mahalleye taşınmalarından kaynaklanır. Bu durum ayrışmadır. Öte yandan bir şehirde insanların genelde kırmızı renk giyindiklerine rastlıyorsanız, bu durum da kırmızı giymeyi sevenlerin o şehre taşınmalarından değil kırmızı giyinmenin moda olmasından, insanların birbirlerinde kırmızı kıyafetler gördükçe bunu yapmaya artan meyillerindendir. Bu durumsa benzeşmedir.

Geçtiğimiz sayımızda ayrışmayı anlatan modellerden birine yer vermiştik… Bu sayımızda da benzeşme modelinden biraz bahsedeceğiz ve başlıkta da yer vermiş olduğumuz “Filmler niçin Cuma günü vizyona girer?” sorusuna yanıt arayacağız.

Ayakta alkış!

Diyelim ki bir tiyatroya gittiniz. Bir buçuk saatlik, iki perdelik oyun sona erdi. Oyuncuların performansını çok beğendiniz. Her şey gerçekten de harikuladeydi. Şimdi oyuncular sizi, yani seyircileri selamlamak için sahneye geliyorlar. Ayakta alkışlar mısınız?

Pek çoğumuz takdirimizi ifade etmek için ilave yollar ararız tabii ki. Sahne sanatları ya da sahnede icra edilen eylemlerin pek çoğunda takdiri daha güçlü ifade etmenin yolu ayakta alkışlamaktır. Fakat bir oyunu herkesin eşit derecede takdir etmesi ne kadar mümkündür? Elbette mümkün değildir. Herkesin oyundan beklentisi, oyuncudan beklentisi, beğenisi, geçmiş deneyimleri (mukayese aracı olarak) ve oyunun içeriği ile ilgili duyguları ayağa kalkma kararını etkileyecektir.

Aşağıdaki model “Ayakta Alkış” modeli olarak geçiyor ve bize ayağa kalkma etkisinin nasıl yayılabileceğine dair matematiksel bir model sunuyor(2):

T: Ayağa kalkma eşiği
K: Oyunun kalitesi
Ç: Çeşitlilik (Ayağa kalkma eşiği birbirinden farklı olan insanların yarattığı çeşitlilik) ve
S: Sinyal (K + Ç)

Olmak üzere:

S > T ise, yani sinyal eşikten büyük ise, ayakta alkış durumu gerçekleşir.

Dikkat edilirse S, oyunun kalitesi ve seyirci çeşitliliğinin bir toplamı. Yani oyunun kalitesi yeteri kadar yüksek ise ve salonda da kalite beklentisi çok çeşitli seyirciler bulunuyorsa, şartlarımız ayakta alkış için gerek olgunluğa sahip demektir.

İlk bakışta karmaşık görünebilecek bu hesaplamayı birkaç şekil yardımıyla anlatmaya çalışalım:

"Ayakta Alkış" modeli.
“Ayakta Alkış” modeli.

Şekilde de görüldüğü gibi ayakta alkışı belirleyen faktör kalite, başka bir deyişle modaya konu olan ürün, nesne ya da hâlin kabul edilebilirlik düzeyi, bunun “belirli sınırlar içerisinde” gerçekleşme koşulu ise eşiği bu kabul edilebilirlik düzeyi altında olan insanlar bulunması. Daha basit kelimelerle ifade edecek olursak, bir ürünü kullanmak, ya da bir konuda harekete geçmek için o şeyin sunduklarının sizin beğeninizin üstünde olması gerekiyor.

Ancak bu basit modelde ihmal edilen önemli bir unsur var: Diğerlerinin ayağa kalkması.

Evet! Sadece beğeni ve kalite yetmiyor; çünkü seyirci takdirini bu kadar göstere göstere ifade edeceğinden burada sosyal cesaret ve kişiliğin de önemi devreye giriyor. Bazı insanlar oyunu beğendilerse kimse ayağa kalkmadan ayakta alkışlamayı tercih edebilir. Bir kısmı ancak salonun %5’i ayağa kalkarsa kalkar, bir kısmı ise %10’u. Herkes ayağa kalksa da kalkmamayı tercih edecekler bile olabilir.

Eminim “Sürü psikolojisi” deyimini çok duymuşsunuzdur. Sürü psikolojisi, başka bir deyişle sosyal grup davranışları daha ana bir başlıkta toplanırsa “sosyal etki” olarak adlandırılır. Kaba tanımı bireylerin kendi davranışlarında içerisinde bulundukları grubtan etkilenerek karar vermeleridir. Özellikle çevremizi inceleyerek neyin doğru olduğuna karar veriyorsak, bu kararımızın arkasında “bilgilendirici sosyal etki” vardır. Çevremizdeki insanların davranışlarını inceleyerek doğru hareketin ne olduğuna dair bilgi elde etmeye çalışır ve o hareketin doğru olduğunu düşünerek uygulamaya geçeriz.

Aşağıdaki videoda sosyal etki altındaki davranışa ait bir deney görülüyor, ve bir kamera şakasından da farksız. Asansöre binen deneklerin asansördeki diğer kişilerin hareketi karşısında nasıl tepki verdiklerini izlemek eğlenceli olabilir:

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=uuvGh_n3I_M]

Şimdi dilerseniz bir toplum modelleyelim. Bu toplumun bireylerinin eşiklerini de yüzdeler olarak değil, sayılar olarak verelim. Mesela bu toplumun yedi üyesi olsun ve Mirkelam Pantolunu giyme eşikleri 0, 1, 2, 2, 3, 6, 6 olarak sıralansın. Yani bu üyeler hiç kimse giymese de bu pantalonu giyeceklerden “6 kişi giyerse ben de giyerim” diyenlere kadar sıralanıyor.

Önce yanıtı düşünün: Bu toplumun her üyesi Mirkelam pantolonu giyecek midir?

Yanıt “ikisi hariç evet”. Çünkü bu akım şöyle ilerliyor:

Benzeşme etkisinin kişilerin eşiklerine bağlı olarak yayılımı.
Benzeşme etkisinin kişilerin eşiklerine bağlı olarak yayılımı.

Şekildeki durumu biraz açıklamak gerekirse şunları söyleyebiliriz: Bu toplumda 0 eşiği olan kişi, herhangi bir başkasından görmeye gerek duymadan bu ürünü satın alır. Artık bu bir kişinin varlığı, eşiği bir olan üyeyi harekete geçirir. Şu durumda artık elimizde 2 adet Mirkelam Pantolonu kullanıcısı olur. Bu durumda eşiği 2 olan iki üye de diğer gün harekete geçecektir. Eşiği üç olanın canına  minnet, çünkü hal-i hazırda dört kişi ürünü satın almış bile. En nihayetinde beş kişi Mirkelam Pantolonu giymiş oluyor. Bu pantolonu giymeyen iki üyemiz kalacak en sonunda, çünkü onların eşikleri 6.

Kabûl-Karar Eğrisi

Bir ürüne, hizmete ya da akıma karşı eşiklerimizin çeşitli olması bizi birbirimizden farklı kılıyor ve bu farklarımızla herhangi bir etkiye karşı, yine bir “normal eğrisi” üzerinde diziliyoruz. Bu normal eğrisine kabul karar eğrisi deniyor.

Örneğin, iPhone 5’in piyasaya sürüleceği haber veriliyor. İlk olarak da ABD’deki mağazalarda satışa çıkacağı bildiriliyor. Bir bakıyorsunuz ki, insanlar geceden dükkanın önüne birikiyorlar ve kapının önünde kuyruk oluyorlar. Amaç: iPhone 5’i çıkar çıkmaz almak! Benzer sahnelere çok kült filmlerin devam serilerinde, kullanmanın bir ayrıcalık olarak sayıldığı motorsikletlerde, ya da bir kitabın ilk imza gününde rastlayabiliyoruz(3). İşte bu kuyrukta bulunanlar eşiği 0 (sıfır) olanlardır. Ancak kabul karar eğrisi üzerinde farklı bir isme sahip oluyorlar: Öncüler!

Star Wars'ı gala gecesinde izleyenlerden misiniz? O zaman siz bir öncüsünüz.
Star Wars’ı gala gecesinde izleyenlerden misiniz? O zaman siz bir öncüsünüz (4).

Pazarlamacıların doğru olduğunu varsaydığı bu teoriye göre yeni bir ürün ya da hizmete öncelikle öncüler sahip olur. Örneğin Matrix devam filmini daha vizyona girdiği ilk gün izlemek isteyenler bu gruba girer. Daha sonra ilk dalga, yani ürünü bekleyen, ama öncüler gibi heyecanlı olmayan (yukarıdaki örneğimizde eşiği 1 olanlar bu grupta sayılabilirler) kimseler gelir. Matrix’i ilk hafta içinde izleyecek olanlar yani. Erken çoğunluk ürünün yaygın kullanıcılarıdır ve çok beklemeden ürüne sahip olurlar. Aynı örnekten gidecek olursak, ilk iki haftada izlemek isteyenleri bu gruptan sayabiliriz. En sonunda geç çoğunluk gelir. Bu kullanıcılar biraz beklemiş olanlardır. Heyecanlı olanlar artık gitmiştir, “film gitmeden bir gidelim” diyen çoğunluk geç çoğunluktur. Ve nihayet, filmin gösterimden kalkacağı sıralarda, herkesten filmin adını duymuş olup, “e hadi biz de gidelim” diyenler filme gidecektir. Pantolon örneğimizde eşiği 5 olan bir üye olsa idi onu bu gruba örnek verebilirdik. Peki eşiği 6 olan bu eğride nerede yer alıyor? Hiçbir yerde. O üye ürüne ilgi göstermemiş oluyor…

Peki filmler neden Cuma günü gösterime girer?

Şu halde artık başlıkta sorduğumuz soruyu artık yanıtlayabiliriz:

Toplumlar örneğimizdeki gibi “altı” kişiden ibaret değildirler, ama içlerinde altı kişilik pek çok alt grup barındırabilirler ve hepimizin herhangi bir yeni ürün, hizmet ya da akıma karşı çeşitli eşikleri vardır. Bazılarımız bir filme iki ayrı arkadaşımızın, bazılarımız beş ayrı arkadaşımızın tavsiyesiyle gideriz. Gittikten sonra biz de tavsiye edebiliriz. Bir kısmımız ise o filmi zaten bekliyordur –ya da tesadüfen görmüştür- ve tavsiye eden pozisyonda başlarız. İşte sinema endüstrisi ilk seferde daha çok kişiye izletmek, başka bir deyişle öncü nüfusunu arttırmak için haftasonu tatilini kullanmak ister. Cuma akşamı vizyona giren film, Cumartesi ve Pazar günü olabildiğince insana ulaşmış olur. Daha gösterimin ilk günlerinde fazla izleyiciye ulaşma şansı bulan film böylece birkaç eşiği birden devirmiş olur.

Ayrıca pazarlamacıların esas aldığı kabul-karar eğrisinin gerçeği yansıttığı varsayılırsa, öncülerin nüfusunun artması doğal olarak eğrinin yukarı ötelenmesine ve böylece çok daha fazla insan tarafından seyredilmesine yol açar.

Tabi bu durum sadece eşik ile ilişkin değildir: Ayakta alkış modelinde gördüğümüz gibi, temelde filmin kalitesi belirleyici olacaktır.

Kaynaklar:

1. Wikipedia – “Mirkelam” maddesi
2. Scott E Page, Michigan Üniversitesi – “Model Thinking” dersi ders notları.
3. Doç. Dr. Cenk Arsun Yüksel, İstanbul Kültür Üniversitesi – Pazarlama Kuramları ve Uygulamaları Ders Notları
4. Marketing Theory: A Student Text, Michael J. Baker

yorum

tevfik_uyar için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazınız gerçekten kapsamlı, teşekkür ederim.
    Ben ülkemiz insanlarının tüketim alışkanlıklarının özellikle de marka algısının; sınıf ve statüyü belirlemek için kullanılan bir araç olmaya başladığını seziyorum. Örneğin, eski model bir cep telefonunu kullanan biri, “ezik”, “teknoloji düşmanı”, “eski moda” ya da en moda tabirle “yeniliğe kapalı” şeklinde değerlendirmelere maruz kalıyorsa bunun tam tersi de bu son teknoloji ürünleri kullananlara yakıştırılıyor demektir. Bu konuda gerçekten bilimsel bir çalışmaya gerek var.

    Bir de tıpkı bir projektör gibi tribünlere doğru uzayan çarpık bir kimlik/benlik algısı seziyorum.

    Sevgi ve saygılarımla

    • Özlem Hanım,

      Sezdiğiniz husus sadece ülkemize has değil, tüm Dünya’da görünen bir durumdur. 1960’ların ortalarında pazarlama hususu sadece iktisadi bir konu olmaktan çıkmış, psikoloji, sosyoloji ve antropolojiyi de içinde barındıran disiplinler arası bir çalışma sahası haline gelmiştir ve “rasyonel ekonomik insan” fikri terk edilmiştir (O dönemde insanların sadece “ihtiyacı olması” halinde satın aldığı varsayılıyordu).

      Bu modelin yerine “pazarlama insanı” modeli getirilmiş, bir insanın sadece ihtiyacı olduğu için satın aldığı değil, aynı zamanda sırf iyi hissetmek için, ya da sırf bir zümreye ait olmak için satın aldığı keşfedilmiştir. Zaten sizin de örnek vermiş olduğunuz gibi uygulamalar bunun doğru olduğunu gösteriyor. 40 yıldır pazarlama stratejileri bu yönde geliştiriliyor.

      Katkınız için teşekkürler.

  • Yine akıcı, sıkılmadan sonuna kadar okunan, okuyucuyu karmaşık bilimsel terimlere boğmayan, merak uyandırıcı bir yazı. Teşekkürler!

  • Merhaba Tevfik Bey,

    Öncelikle güzel yazınız için teşekkürler fakat benim aklıma takılan bazı sorular var, izninizle onları sormak istiyorum.

    İlki, iPhone 5’li örnekle ilgili. iPhone 5’i ilk çıktığı gün uzun kuyruklar bekleyerek alan kişileri, eşiği sıfır olan kişiler olarak tanımlamışsınız. Aynı zamanda Mirkelam’ın pantolonunu başkası giymeden giyen kişiler de eşiği sıfır olan kişiler olarak tanımlanıyor. Bence burada bir uyumsuzluk var, Mirkelam’ın pantolonunu ilk giyen kişileri eşiği sıfır olan kişiler olarak tanımlamak mantıklı çünkü bu insanlar kimsenin tavsiyesine göre bu pantolonu almıyorlar. Fakat iPhone 5 durumu çok farklı. Bu insanların çoğu iPhone 5’ten önce 1 2 3 4’ünü zaten almışlar, ayrıca iPhone 5 hakkında bir sürü önbilgiye ve değerlendirmeye sahipler. O yüzden bu insanların eşiğini sıfır kabul etmek bence mantıklı değil. Mesela başka bir markanın aynı özellikteki bir telefonu aynı fiyatla piyasaya sürülseydi, bu insanlar o telefon için delicesine sıraya girmezlerdi. Eğer eşikleri sıfır olsaydı, bu telefon içinde aynı sıranın olması gerektiğini düşünüyorum.

    İkinci ve son sorum bu yazının asıl konusuyla ilgili. Ben tam olarak neden filmlerin cuma günü gösterime girdiğini anlamadım. Mesela filmler gösterime çarşamba girseydi toplam izleyici sayısıyı değişir miydi? Tabi ki cuma vizyona giren bir filmin ilk iki gün hasılatı, çarşamba girenin ilk iki gün hasılatından daha fazla olur ama toplamda bunun nasıl bir etkisi olacağını anlamadım. Varsayalım ki çarşamba vizyona giren bir filme cuma gününe kadar kimse gidememiş olsun (herkes çalışıyor olsun:). Ama bu insanlar haftasonu olunca, film sanki cuma günü vizyona girmiş gibi gitmezler mi? Yani ben haftasonu müsaitsem film çarşamba da çıksa cuma da çıksa haftasonu giderim.

    Saygılar,
    Alican

    • Merhaba Alican Bey,

      Bu harika sorular için teşekkür etmek isterim. Güzel noktalara değinmişsiniz.

      Her iki durumda da kişiler eşiği 0 olan kişilerdir. Çünkü model “hiç kimsenin eyleme geçmesini beklemeden eyleme geçenlerin eşiği 0’dır” diyor. Tanıma uygun olduğu için her iki öncü grup için de böyle söylemekte bir sakınca bulunmaz; ancak “bu insanların eşikleri neden 0’dır?” ve “eşiği 0 olanların sayısını belirleyen faktörler var mıdır?” sorularına verilecek olan yanıtlar, sizin dikkat çektiğiniz farkları içerir. iPhone 5 için 0 eşiğe sahip kullanıcılar iPhone’u popüler bulur, statü göstergesi olarak görür, daha önceki modellerinden memnundur vs. vs. / Mirkelam Pantolonu için 0 eşiğe sahip kullanıcılar pop müzik dinler, tarzları bunu kaldırır, modayı takip eder, spor giyinir vs. vs. vs.

      Diğer sorunuza gelirsek: Bu soruya çeşitli şekillerde yanıt verebiliriz; zaten bu yanıtların toplamı sorunuzun gerçek cevabı olacaktır.

      Birincisi, pazarlamacıların kabul karar eğrisine dayanarak hareket etmesidir. Öncülerin sayısı ne kadar fazla olursa, çan eğrisi o kadar yükseliyor demektir. Öncüler 3 sigmayı temsil ediyorlar. Üç sigma toplam hasılatın %2.14’ü (dördü de buna dahil edersek %2.27) olur. O halde film ilk hafta 2140 kişiye ulaştırılabilirse toplamda 100.000 kişi izleyeceği varsayılır. En azından sektörün varsayımı bu. Doğru ya da yanlış; böyle varsaydıkları için filmleri cuma günü yayına koyuyorlar.

      İkincisi; filmi cuma günü yayına koymaktaki hedef kitle, film çarşamba günü yayına girse de haftasonuna kadar çalışıp filme haftasonu zaten gidecek olan kitle değildir. Çevresindeki insanlar filmi konuştukları için merak edip filme gidecek olanlardır.

      Siz filmi cuma günü gösterime koyarsanız daha ilk adımda çok daha fazla kişiye ulaşmış olursunuz. Bu çok fazla kişinin tetiklediği kişi sayısı doğal olarak hafta içine göre daha fazla olacaktır. Diyebilirsiniz ki “ee, ne farkeder, perşembe, cuma kimse gitmesin, öncüler zaten haftasonu gidecekler”, haklısınız da. Fakat bu kaybedilmiş 2 gün demektir ve işletme açısından kabul edilemez. Bir film gösterime girdikten sonra yatırımı geri toparlayabilmesi için zaten kısa bir zamanı vardır ve 2 gün çok önemlidir. Önemlidir, çünkü film endüstrisi doluluk oranlarına göre hareket eder. Eğer ki film bir süre sonra gösterimlerde yeteri kadar talep görmez, salon doluluk oranları düşerse sinema işleticileri filminizi göstermekten vazgeçer. Bu da kademeli olarak her hafta belli bir kotayı yakalamanız gerekliliği anlamına gelebilir. Piyasada rakipleriniz olduğunu unutmayın. Siz çarşamba günü koyarken, başkaları cuma günü koyarsa muhtemelen siz kaybedersiniz. Bazı insanların sinemaya gitmek için 1) kısıtlı vakti, 2) kısıtlı parası, 3) kısıtlı imkanı olduğunu unutmamak gerekir. Ben A filmini cuma günü gösterime sokayım. Siz de 4 gün sonra B filmini çarşamba günü gösterime sokun. O hafta sinemaya gidecek olan kişinin sadece 1 sinemeya gitmek için vakti/parası/imkanı olsun. Eğer özellikle sizin filminizi tercih etmesi için bir sebebi yoksa sizin gösterime yeni girmiş filminize değil, 4 gündür arkadaşlarının bahsettiği filme gitmeyi tercih edecektir (burada filmin beğenildiği varsayımına dayanıyoruz, zaten “pazarlamacıların niçin cuma gününü tercih ettiğini” tartışıyorsak başka bir varsayıma dayanmamız mümkün değildir; herkes filminin beğenileceğini varsayar.)

      Umarım sorularınıza yanıt verebilmişimdir.

      İyi günler.

      Normal dağılım: http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Normal_distribution_and_scales.gif

      • Detaylı olarak cevap verdiğiniz için çok teşekkürler. Ama hala aklıma yatmadı:)

        Benim genel olarak demek istediğim şey şu: daha önce çıkmış ürünlerin gelişmiş sürümlerini ilk alan insanların eşiğine sıfır diyemeyiz. Çünkü onlar aslında daha önceki ürünlerden etkilenmişlerdir. ‘Kült filmlerin devam serileri’ için de aynı şey geçerli. Yazıda 0 eşiği olanlar için demişsinizki ‘Bu toplumda 0 eşiği olan kişi, herhangi bir başkasından görmeye gerek duymadan bu ürünü satın alır.’ Fakat iPhone 5’i ilk alan insanların çoğu sizin de dediğiniz gibi popüler buldukları için alıyorlar, neden popüler buluyorlar? Çünkü toplumun çoğu iPhone kullanıyor. Benzer şekilde kült filmler için bir örnek verirsek insanlar daha Lord of the Rings: The Two Towers biterken, The Return of the King gelse de izlesek diye hayal kuruyorlar. Yani ürün daha ortada yokken talep var, Mirkelam pantolonu durumunda ise önce pantolon ortaya çıkıyor, ondan sonra bir grup insan (öncüler) pantolonu beğenip alıyor.

        Bana yaptığınız yorumda tanımı ‘’hiç kimsenin eyleme geçmesini beklemeden eyleme geçenlerin eşiği 0’dır’’ olarak yapmışsınız ve iPhone 5’i ilk alanların bu tanıma uyduğunu söylemişsiniz. Halbuki iPhone 5 alanlar içinde, daha önceki iPhone sürümlerini kullanan insanlardan etkilenenler mevcut, yani daha önce eyleme geçmiş insanlardan etkilenip iPhone 5’e hücum eden insanlar var. O yüzden bunlara öncü diyemeyiz.

        Film konusuna gelirsek. Sektörün varsayımından dolayı filmleri cuma gününe koyduklarını söylemişsiniz. Gördüğünüz gibi aşağıda çarşamba vizyona giren iki film var.

        Public Enemies 1 Temmuz 2009 Çarşamba
        http://www.imdb.com/title/tt1152836/?ref_=sr_1

        Tranformers: Revenge of the Fallen 24 Haziran 2009 Çarşamba
        http://www.imdb.com/title/tt1055369/?ref_=fn_al_tt_1

        Ayrıca sektörden bazı adamlar Çarşamba gününün daha mantıklı olduğunu savunuyor. http://articles.latimes.com/2008/aug/06/entertainment/et-word6
        Hatta adam demiş ki:

        “Wednesday is not a dead day at any time of the year, frankly, because of what it can do for your film,” Foley says. “You get a lot more money on the Wednesday and Thursday of that first week than what you would get on the following Wednesday and Thursday. And I would rather get as much of my money up front then let the movie play out week after week.”

        İkinci paragrafınıza gelirsek cuma ve bir sonraki çarşamba vizyona giren filmi karşılaştırmışsınız. Bunlar aynı hafta vizyona giren filmler değil. Aynı hafta içindeki filmleri karşılaştırmak lazım. Çünkü sizin dediğiniz filmlerin ‘opening weekend’ leri farklı haftasonları oluyor. Aynı hafta içinde çarşamba ve cuma vizyona giren filmlerin ‘opening weekend’ leri aynı oluyor.

        Bence cuma günü girmesinin temel sebebi şu olabilir: Eğer film kötü ise ve çarşamba girerse cumaya gelene kadar kötü olduğu duyulur ve haftasonu gidenler azalır. Fakat eğer kötü film cuma günü vizyona girerse kötü olduğu duyulmadan daha fazla insan gider.

        Eğer film iyiyse zaten sorun yok, hatta tersine çarşamba koysanız daha iyi bile olabilir. Çünkü haftasonuna gelmeden iyi yorumlar alacak haftasonu daha çok insan gidecek. Zaten Public Enemies örneği bunu destekliyor bence. Paylaştığım yazıda da bir başka adam demiş ki:
        “It just makes your weekend even stronger,” says Jeff Goldstein, Warners’ executive vice president of domestic distribution.

        Saygılar
        Alican

  • Alican Bey,

    Yaptığınız açıklamalar için teşekkür ederim.

    Her şeyden önce, bahsi geçen konu bir fizik olayı değildir. İstisnaları, farklı düşünenleri, özellikle de ekonomik bir konu olduğu için farklı stratejiler deneyenleri tabi ki olacaktır. Çarşamba’yı mantıklı bulanlar olabilir. Hatta Pazartesi’yi mantıklı bulanlar da olabilir; ama şu an sinema endüstrisi büyük çoğunlukla cumanın en iyi gün olduğu düşünülmekte ve bu yüzden filmler cuma günü vizyona girmektedir. “Hayır filmlerin %90’ı cuma günü vizyona girmez” diye bir teziniz olsa idi ve buna yönelik kanıtlar gösterseniz bu oldukça mantıklı bir antitez olurdu ve ben yanlış bir argümana sahip olurdum, ama öyle değil. Zira yazım normatif (normative) bir çalışma değil açıklayıcı (descriptive) bir çalışmadır. Bu yüzden “nasıl olması gerektiği” konusunda fikir ve normlar ortaya koymaya değil şu an ne olduğunu açıklamaya çalışıyor.

    Diğerine gelirsek: iPhone konusnda söylemiş olduğunuz etkileri zaten kabul ediyorum; ancak yine aynı açıklamayı yapacağım. Bahsi geçen tanımlama doğada var olan bir fenomenin açıklaması değil, toplumsal bir davranışa uygulanmış modellemedir. Hiç vakit kaybetmeden “Alican modeli” geliştirip, daha önceki ürünlerden etkilenenlere farklı bir isim verebilirsiniz. “Eşiğin 0 olması” durumunu yeniden tanımlayabilir, iki kategoriye ayırabilirsiniz. Yoruma açıktır. Benim yorumum aynı ve ilk söylediğimde ısrarcıyım: Vermiş olduğunuz örnek ancak “Eşiğin niçin 0 olduğu” konusunda bir fark yaratıyor, bunu zaten söylemiştim. Ama her iki durumda da öncüler eşiği 0 olanlardır. Bu modeli ortaya koyan kişi modelin içerisinde “aynı markanın ürünlerinden etkilenme” ile ilgili bir parametre koymamış, nedenlerine yer vermemiş. “Alıcan modeli”nde böyle bir parametreye yer verirseniz ve bir hakemli dergide yayınlatırsanız bir gün sizin modelinize de memnuniyetle ve gururla yer veririm.

    İlginize tekrar teşekkürler.

    • Tekrar Merhaba,

      Öncelikle bir konuyu iyi açıklayamamış olduğumu fark ettim. Sinema endüstrisinin büyük çoğunluğunun cumanın en iyi gün olduğunu düşündüğünü zaten kabul ediyorum. Sonuçta dediğiniz gibi filmlerin %99’u cuma günü vizyona giriyor. Çarşamba durumu bir istisna. Bizim anlaşamadığımız nokta neden cuma gününü tercih ettikleri. Anladığım kadarıyla siz diyorsunuz ki, filmler cuma günü gösterime girerse filmi izleyen öncülerin sayısı artar bu da eşiği sıfırdan yüksek daha çok insanın filmi izlemesine neden olur. Toplamda filmi izleyen kişi sayısı artar.

      Ben filmlerin neden Cuma günü vizyona girdiğini bilmiyorum ama sizin yaptığınız açıklama bana mantıklı gelmiyor. Sizin anlattığınız modeli doğru kabul ederek kendimce neden mantıklı bulmadığımı açıklamaya çalışayım. Öncelikle filmin güzel olduğunu varsayıyorum. Yani öncülerin çoğu filmi izledikten sonra başkalarına tavsiye edecek.

      Önce bu filmin cuma günü vizyona girdiğini düşünelim. Cuma günü 1000 tane öncü izlesin. Bir de çarşamba sokalım. Bu öncülerin 900 tanesinin çalıştıkları için filmi izleyemediğini düşünelim. 100 öncü çarşamba ve perşembe günü izlesin. Cuma günü 900 öncü izleyecek ayrıca çarşamba ve perşembe günü filmi izlemiş 100 öncüden tavsiye alan 100 kişi(eşik 1) daha filmi izleyecek. Yani filmin cuma günü vizyona girdiği durumda cuma günü 1000 öncü izlerken çarşamba vizyona girerse cuma günü dahil 1000 öncü+100 eşik 1 olan kişi izleyecek. Dolayısıyla çarşamba vizyona giren film hafta sonuna daha çok insanın tavsiyesi ile girecek.

      Peki o zaman filmlerin çoğu neden cuma günü vizyona giriyor diyebilirsiniz. Bilmiyorum, zaten dediğim gibi benim tartıştığım şey sizin getirdiğiniz açıklamanın yanlış olduğu. Neden öyle düşündüğümü de sizin eşik modelini kullanarak açıklamaya çalıştım.

      Yine de bir tahminim var, bir önceki yorumda anlatmaya çalışmıştım. Yukarıdaki değerlendirmeyi yaparken insanların hepsinin filmi beğeneceğini varsaymıştık. Fakat durum öyle değil, Public Enemies, Transformers gibi filmler istisna. O yüzden aynı eşik modeli ile vasat filmler için tersine bir sonuç çıkıyor, yani cuma günü sokmak daha avantajlı oluyor. Şöyle ki, film cuma günü girse 1000 öncü gidecekken, çarşamba vizyona girerse önden gidecek 100 öncü filmin kötü olduğunu söyleyecek, ve cumaya kalan 900 öncüden bunu duyan bazıları filme gitmekten vazgeçecek. Dolayısıyla yapımcılar filmi cuma günü vizyona sokarak daha kötü yorumlar belirmeden filmi daha fazla insana seyrettirmiş olacaklar. Bu dediğim gibi sadece benim tahminim, herhangi bir kaynak gösteremiyorum.

      Diğer konu için ise o zaman şöyle bir ricada bulunayım: Bana bu eşik modelinin ingilizce adını söyleyebilir misiniz? Modeli biraz aradım ama ingilizce adını bilmediğim için bulamadım.

      Saygılar,
      Alican

  • Tekrar selam,

    İngilizcelerini söyleyeyim: Yazıda 3 ayrı modelden bahsediyorum. Birincisi “Peer Effect”. Pantolon örneğiyle vermiş olduğum. İkincisi “Standing Ovation”, ayakta alkış modeli. Üçüncüsü ise kabul karar eğrisi, “Diffusion of Innovations” (Everett M. Rogers).

    Bu arada ben de size bir soru sorayım izninizle:

    Yeni bir ürününüz var ve sokaktaki tezgahlarda piyasaya sürmek istiyorsunuz. Şu şartlar mevcut:

    1. Sokak haftaiçi tenha, haftasonu kalabalık (cuma akşamından pazara).
    2. Tezgah sayısı sınırlı ve seyyar satıcılar sınırlı satış alanı sebebiyle daima popüler olan ürünleri tezgahlarına koyuyorlar.
    3. Haftada belirli bir satış rakamını geçmeyen ürün tezgahtan kaldırılıyor.
    4. Bariz bir şekilde satışı azalan ya da olmayan bir ürün olmadıkça seyyar satıcıların %99′u ürünleri tezgahtan kaldırmaya ya da yeni ürünleri tezgaha koymaya cuma günleri karar veriyorlar.
    5. İlçedeki tüketicilerin eşik çeşitliliği yüksek ve birbirlerini etkiliyorlar.

    Bu şartlar altında ürününüzü hangi gün piyasaya sürerdiniz?

    Ben cuma günü sürerdim; çünkü ilk etapta mümkün olduğunca kişiye ulaşmasını isterim. Bu kişi sayısı fazla olunca onların tetiklediği grup, ona bağlı olarak onların tetiklediği grup … derken sıradaki cumaya kadar çok iyi bir satış rakamı ve daha da önemlisi bir artış eğilimi elde etmiş olmak isterim. Zira önümüzdeki cuma piyasaya yeni rakiplerim girmek isteyecek ve o gün seyyar satıcılar bazı ürünleri tezgahtan kaldırmak isteyecekler. Eğer ben güzel bir artış yakaladıysam kaldırılan ürün benim olmayacak. Ayrıca sıradaki haftasonu da bu artış eğilimini katlayarak arttırmak için iyi bir fırsat.

    Zannedersem siz kendi örneğinizde yukarıda saydığım 3. şartı kısmen, 2. ve 4. şartı tamamen atlıyorsunuz. Bir sinemanın yeni bir filmi vizyona koyabilmesi için eski bir filmi kaldırması gerekiyor. Filmler arasında cumadan cumaya zaman dilimlerine bölebileceğimiz bir rekabet var. Sınırsız tezgah yaklaşımında verdiğiniz örnek doğru olabilir, ama tezgah sayısı sınırlı. Tezgah sayısı ve süre sınırsız olsa idi bence kesinlikle haklı olurdunuz.

    Tüm bunlara rağmen yine de başka bir günün daha mantıklı olabileceği öne sürülebilir. Zaten sektörde işletmeler arasındaki başarı farkını belirleyen şey tercih edilen stratejilerdir. Kimi zaman ezberleri bozanlar daha başarılı olabiliyorlar. Özellikle insan davranışları söz konusu olduğu zaman hiç umulmayan faktörler umulmadık etkiler ortaya çıkarabiliyor. Bu sayımızda yer alan “Bu Şarkı Tutar” yazısında da değinilen bir şey bu: Evet, modeller var, hatta bu modeller başarılı oluyor, ama hiç umulmadık şeyler bazen bu modellerin öngöremediği hatta aksi başarılar elde ediyorlar.

    Belki ben yazı içerisinde bunun bir model olduğunu, modellerin zayıf olabileceğini, ama piyasanın bu modeli geçerli bulanlar tarafından belirlendiği, bu sebeple de filmlerin cuma günü gösterime girdiğini söylemeliydim, ancak zannımca sizin bu söylediklerime değil itirazınız. Ben sizin açıklamalarınıza “yanlış” diyemiyorum. Varsayımların yanlış olduğunu düşünebilirsiniz.

    Bilmukabele saygılar
    Tevfik.

  • Yazı mı daha güzel yorumlar mı karar veremedim :) Güzel bir tartışma ortamı oluşmuş her ikinizin de ellerine sağlık.

  • asansör bahsi geçen video linkinin ölmüş olduğunu belirtmek isterim. Tevfik bey elinize sağlık diyorum ve bu tür yazılarınızın devamını diliyorum

Tevfik Uyar

Uçak Mühendisi ve Sosyologtur. Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını yönetim psikolojisi üzerine gerçekleştiren Uyar, biri popüler bilim, diğerleri bilimkurgu türünde üç adet kitap kaleme almış, üç adet kitabın çevirisini yapmıştır.