Safe Jets AviaCourse Avibrary Entropol
kaptan amerika
Captain America #6 (marvel.com)

     1939’da II. Dünya Savaşı patlak vermişti. Önceleri savaşa doğrudan katılmayan Amerika, 1941’de gelen Japon saldırısı (Pearl Harbor) sonrası II. Dünya Savaşına dahil oldu. Aynı yıl; Amerika savaşa girmeden aylar önce Marvel, 1941 Mart ayında Kaptan Amerika adlı çizgi romanı yayınlamaya başladı. Amerika henüz savaşa doğrudan dahil olmamıştı ancak çizgi romanda ülke, denizaşırı ülkelerde savaştaymış ve Naziler; Amerika’nın baş düşmanıymış  gibi tasvir ediliyordu. Dönem itibari ile Amerika’nın askeri güce ihtiyacı vardı. Nazi tehlikesi tüm dünyanın gündemindeydi; çizgi romanın yayın zamanı ve içeriği bu açıdan değerlendirildiğinde gençleri orduya teşvik eden bir propaganda amacının da olabileceği ister istemez akla geliyor. Öyle ya da böyle Kaptan Amerika, savaştan sonra mercek altına alınan ve hala üzerinde çalışılan süper asker projelerinin sembolü oldu.

     İlk Yenilmez: Kaptan Amerika

     Film, Marvel’ın Yenilmezler (Avengers) adlı süper kahramanlar dünya karmasının en eski üyesini anlatmaktadır. Orduya defalarca başvuran ancak her seferinde fiziksel şartları uygun olmadığı için reddedilen Steve Rogers, 1943 teknoloji fuarında bir deneme daha yapar. Bu fuar bir başka Açık Bilim yazısından hatırlayacağımız Tony Stark’ın babasının kurduğu fuardır (Ek bilgi: Tony’ye yeni bir element üretirken ilham veren o yapı, fuar sahnesinde görülen devasa Dünya heykelidir.) Fuarda bulunan askere alım merkezinde Steve’in azminden etkilenen Alman doktor Abraham Erskine kendi ürettiği Süper Asker Serumu’nu uygulamak için en uygun adayın o olduğuna karar verir.

Kaptan Amerika (Flickr)

     Deneyde Dr. Erskine ve Tony Stark’ın babası Howard Stark birlikte çalışmaktadır. Filmde deney, Steve’in vücuduna penisilin enjekte edilmesiyle başlar, ardında serum enjekte edilir ki serumun içeriği hakkında filmde hiçbir bilgi yoktur. Ancak çizgi romanlarında içeriğinde potasyum bulunduğuna dair bilgiler vardır. Son olarak Steve’in vücudu kas gelişimini teşvik etmek için tamamen hayal ürünü ışınlar olan Vita ışınlarına maruz bırakılır. Filmde Vita-Ray olarak ifade edilen söz konusu ışınlar; gerçek hayatta A, D ve E vitamini içeren aynı adlı kremle karıştırılmamalıdır. Aşağıdaki videodan filmdeki dönüşüm sahnesini izleyebilirsiniz.

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=9ATzXG9YVdI&w=480&h=360]

     Gerçek hayatta sporcuların kas gelişimlerini hızlandırmak için çeşitli ilaçlar kullandıkları bilinmektedir. Suni yollarla vücuda verilen anabolik steroidler bunlardan bazılarıdır. Büyümeyi teşvik etmek için büyüme hormonu sağlayan ilaçlar, yatıştırıcı ilaçlar ve beyin aktivitesini artıran ilaçlar da yaygın olarak kullanılmaktadır. Tüm bu günümüz ilaç teknolojisine ek olarak genetik teknolojilerini de bu amaçla değerlendirirsek gerçekleşmesi çok da hayal olmayan bir senaryo çıkıyor. Ancak çizgi romandaki gibi dönüşümü bir kaç dakika içinde tamamlamak uzunca bir süre hayal olarak kalacağa benziyor.

Gerçek Bir Deneme

     Bir çok çalışmanın yapıldığı Nazi döneminde bu konuda bir çalışmaya rastlamak hiç de şaşırtıcı değil. Belki de gerçek bir “süper asker serumu” oluşturma amacıyla yapılan bir çalışma; D-IX, 1944’te Hitler’e bağlı doktorların askeri kullanım için geliştirdikleri kokain bazlı bir ilaç karışımıdır. Doktorlar, ilaç verilen ekipman yüklü askerler üzerinde yapılan deneylerde askerlerin yorgunluktan yığılana kadar aralıksız 88,5 kilometre yürüyebildiğini gözlemlemişlerdir. Bu mesafe yük taşımayan bir insanın ortalama yürüyüş hızı ile 18 saat sürer. İlaçla, anlaşıldığı gibi insanoğlunun dayanıklılık sınırları artırılmak istenmiştir ve söz konusu ilacın bütün orduya dağıtılması planlansa da bu plan uygulanamadan savaş sona ermiştir. Bazı pilotlarda bir süre daha kullanılan ilaç daha sonra rafa kaldırılmıştır. İlacın içeriği oldukça basittir. Güçlü bir ağrı kesici olarak 5 mg oksikodon; rahatlık, güven ve uyanıklık hissi için 5 mg kokain ve beyin aktivitesini artırmak adına 3 mg metamfetaminden oluşmaktadır.

 

Yarı Maymun Yarı İnsan

Ilya Ivanovich Ivanov (wikimedia)

     Humanzee (İngilizce, human “insan” ve chimpanzee “şempanze”) isimlerinden türetilmiştir. Yarı insan yarı maymun olan varsayımsal canlı türünü ifade eder. Bu türe ait ilk çalışmaları yapan Rus biyolog Ilya Ivanovich Ivanov’dur. İlk kez 1910’da bir kongrede bu fikrinden bahseden Ivanov, 1925’te Paris’te Pasteur Enstitüsü’nde çalışmalarını sürdürdüğü sırada maymun-insan çalışmaları için Sovyet Bilim Akademisi’nden 10.000 dolarlık bir yardım bulur. Önceleri kısa süreli başarısız denemelerde bulunan Ivanov, asıl çalışmalarına oğlu ile birlikte 1926’da o zamanlar Fransız sömürgesi olan Gine’de, başkent Konakri’de bir botanik bahçesinde başlar. Doğrudan genetik düzenlemeler o günlerde söz konusu bile olmadığından oldukça ilkel bir yöntem izleyen baba oğul 1927’de kendi spermleri ile üç dişi şempanzeyi döller ancak hiçbirinin hamile kalamaması sonucu deneyler başarısız olur ve Ivanov 13 şempanze ile Fransa’ya döner. Maymunlardan sağ kalanları Bugün Abhazya Cumhuriyet’inde bulunan Sohum primat merkezine gönderilir. Ivanov, Rusya’ya döndüğünde 1929’da yeni bir deney organize eder. Şempanze spermleriyle hamile kalacak beş gönüllü kadın bulma kararı alınır ancak Sohum’dan gelen haberler deneyi başlamadan bitirmiştir, deneylere uygun tek erkek maymun da ölmüştür ve o günün şartlarında merkeze yeni bir maymun getirilmesi ancak bir yıl sonrasında mümkündür. Maymunların fiziksel avantajlarını insan zekası ile birleştirmeyi planlayan bu proje de rafa kaldırılır.

DARPA

     Günümüzde bu tür projelere en çok bütçe ayıran ülke şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri’dir. Ülkede ileri askeri projeleri yürüten kurum (DARPA) ABD Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Projeleri Ajansı’dır. Bu bakanlık kendisine bağlı bir çok üniversite ve yan kurumla çalışmalarını daha çok insan-makine arayüzlerine odaklamış durumda. Dış iskeletler, yapay zekalı savaş aletleri, özel zırhlar, robotlar, gelişmiş silahlar; ancak bir yandan da askerlerin fiziksel ve zihinsel performanslarını artırmak için biyolojik çalışmalara da destek sağlıyor.

 

         Askeri Biyolojik Çalışmalardan Bazıları

  • Uykusuzluk ve uykusuzluğa bağlı idrak zorluklarına karşı geliştirilen ilaçlar. İlaçlar uyku metabolizmasında istenilen etkileri meydana getirecek şekilde geliştiriliyor ve “uykun yok” şeklinde kandırılmış vücudun çökmemesi için destekleyici kimyasallar ilaç içeriğine dahil ediliyor ya da haricen kullanılıyor.

  • Uzun süreli dalış performansları için örnek alınan deniz aslanı sistemi. Bu projede kritik olmayan organlara daha az kan pompalanmasıyla temiz kanın kritik organlarda tutulması böylece depolanan oksijenden daha uzun süre yararlanılması ve kanın daha verimli kullanılması planlanıyor.

    Beyin İmplantı (Bryan W Jones)
  • Zihinsel kontrol için kullanılan beyin implantları ve ilaçlar. Askerlerin endişe ve korku duyma dan öldürmesi ve koşulsuz itaat etmesi projenin amaçları arasında. Her ne kadar insanlık dışı bir amaç taşısa da askeri beklentil er bazı etikleri göz ardı edebiliyor. Beyin implantları beyne yerleştirilen ve belirli uyarılara karşı belirli kimyasalları salgılayarak ya da belirli kimyasal uyarılarda elektriksel aktiviteyi düzenleyerek beyin kontrolü sağlayabilen ufak sistemlerdir.

  • Kertenkele ve benzeri canlılardan insana aktarılması hedeflenen rejenerasyon yeteneği. Gelişen genetik teknolojileri sayesinde bilim insanlarına göz kırpan rejenerasyon kısaca; bu yeteneğe sahip canlıların yaşantılarında doku ve hücrelerinin yenilenmesi ya da verilen kayıpların tekrar yerine konması. Sadece askeri alanda çalışmaları olmayan rejenerasyonla bir çok kurumdan bir çok bilim insanı ilgilenmektedir. Savaşta askerlerin ya da diğer sebeplerle uzuvlarını kaybeden insanların uzuvlarına yeniden kavuşması bu projenin varmak istediğini uç noktadır.

 

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=_rtF_coKT8U&w=480&h=360]

     Bu projelere eklenebilecek daha onlarcası var ancak projeleri tek tek incelemek yerine yapılabileceklere ışık tutması adına en ekstrem projeleri, hayal gücünün sınırlarında dolaşan imkanları ayaklarımıza seren Gen Tedavisi teknolojisini inceleyelim. Bu yöntem süper asker projelerinde bilim insanlarına sınırsız bir alan yaratan haliyle üzerine en çok düşündükleri yöntemdir. Günümüzde bir insana inanılmaz bir özellik kazandırılması konusunda bir tartışma varsa içerisinde mutlaka ve haklı olarak genetik de vardır bu, söz konusu teknolojinin mutant çizgi romanları, filmler ya da basında çıkan haberlerle yüceltilen haklı sosyal itibarının bir etkisidir.

     Gen Tedavisi

     Gen tedavisi, hücrelere nükleotid dizilerinin aktarılması olarak kısaca tanımlanabilir. Etik açıdan bu tür tedaviler üreme hücrelerine uygulanamamaktadır. Somatik yani vücut hücrelerine ise çeşitli etik kuralları dahilinde uygulanmaktadır. Bu tedavinin çalışmaları kanser üzerine yoğunlaşmıştır. Genetik kusurların sebep olduğunu diğer bazı hastalıklar için de etkili bir tedavi olarak araştırmaları süremektedir.

     Gen tedavisini dört ana yönteme ayırabiliriz

  1. Gen İlavesi: Eksik veya bozulmuş bir genin sağlam ve fonksiyonel kopyasının hücreye aktarılması işlemidir. Sorunlu gen hücrede bulunmaktadır ancak aktarılan gen işlevseldir. Kanser tedavilerinde kusurlu tümör baskılayıcı genin yerine doğru çalışan kopyasının ilave edilmesi amacına uygundur.

  2. Gen Değişimi: Temel prensip sorunlu genin fonksiyonel kopyası ile değiştirilmesidir.Sorunlu genden sentezlenen ürünün hücreye verdiği zararın asıl fonksiyonun geri kazanımı ile giderilebilir olduğu durumlarda tercih edilir.

  3. Gen İfadesinin Baskılanması: Örneğin tümör baskılayıcı gen eksikliğine bağlı olarak kanserli hücrelere söz konusu genin aktarılması ile kanserin baskılanması tedavilerinde kullanılmaya uygundur ancak daha çok enfeksiyon hastalıklarında  başvurulan bir yöntemdir. Enfeksiyona sebep olan patojenlerin işlevinin baskılanması yani çalışamaz hale getirilmesi hedeflenir.

  4. Sipesifik Hücrelerin Öldürülmesi: İlaç ve gen tedavisinin birlikte uygulandığı bu yöntemde toksik etkiye sahip olmayan önilaç formundaki kemoterapötik ajan hücrelere verilir. Ardından ilaca toksik etki kazandıran enzimi kodlayan gen hedef hücrelere aktarılır. İlacın yayıldığı hücrelerde aktarılan gen ile toksik etkisi ortaya çıkan ajan hedef hücreleri zehirler. Bu tür uygulamalarda ilaç, sorunlu hücrelerin çevresindeki sağlıklı hücrelere de bir miktar yayılarak daha verimli tedavi sağlar.

Gen tedavilerinin temel problemlerinden ikisi ilgili geni hücreye taşıyacak vektör ve bu vektörün yan etkileridir. Virüsler, hücrelere gen aktarma konusunda doğal bir tecrübeye sahiptir bu yüzden özellikle tercih edilirler. Hücrenin türüne, taşınacak nükleoitidin uzunluğuna bağlı olarak çeşitli virüsler tercih edilir. Ancak virüsler aynı zamanda güvenlik sorunları oluşturmaktadır bunun önüne geçebilmek için kısmen daha güvenli ve daha ucuz maliyetli virüs harici vektörler de kullanılmaktadır. Doğrudan enjekte etmek, özel moleküller ile taşımak hatta yeni bir yaklaşım olarak bakteriler ile aktarım bunlardan bazılarıdır. Kısacası bir geni bir hücreye nasıl götürebiliriz sorusuna yanıt veren onlarca yöntem kullanılmakta, araştırılmakta ve planlanmaktadır.

Aşağıdaki video-animasyon, karaciğer hücresine taşıyıcı virüs yardımı ile uygulanan gen tedavisini anlamanızda yardımcı olacaktır.

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=CkWep1Z0gCw&w=480&h=360]

 

     Genler, biyolojik yapıların her şeyidir, temelleridir ve eğer bu temellerle oynayabiliyorsak yapabileceklerimiz hayal gücümüzü aşabilir. Süper askerler, süper insanlar, hastalıksız bir dünya, sakatlıkların bertaraf edilmesi. İnsanlığın bir yanı kusurların yok edilmesi için çalışırken diğer yanı süper asker olarak adlandırdığı ölüm makineleri geliştiriyor.

Ghost Recon adlı bilgisayar oyunundan geleceğin askeri. (Flickr)

     Peki gen tedavileri ya da diğer askeri çalışmaların ahlaki boyutu nedir? Bir insanın özgür iradesinin elinden alındığı projelere izin verilebilir mi? Gen tedavisi görmüş bir askerin yapacaklarından kim sorumlu tutulacak?

     Yapılan çalışmalara bu tarz bir yaklaşım Kaliforniya Politeknik Üniversitesi ve The Greewall Foundation tarafından ortak hazırlanan bir raporda etraflıca ele alındı. Rapor, “Geliştirilmiş Savaşçılar: Risk, Etik ve Politika” adı ile 1 Ocak 2013’te yayınlandı. İsme tıklayarak rapora ulaşabilirsiniz.

     Konuya yönelik bir tartışma, geliştirilmiş askerlerin silah olarak mı değerlendirileceği bir silah olarak kabul edileceklerse ne tür bir silah olarak kabul edilecekleri üzerinedir. Askerler biyolojik silah olarak değerlendirilecekse biyolojik silahların üretilmesi, depolanması ve kullanılması bilindiği gibi Biyolojik ve Toksik Silahlar Sözleşmesine göre yasaklanmıştır. Ayrıca Cenevre Sözleşmesi göre “Yeni silahların kullanılması durumunda taraf devletler bunun belirli ya da bütün durumlarda yasaklanıp yasaklanmayacağına karar verme sorumluluğundadır” Öyle görünüyor ki süper askerlerin uluslararası sözleşmelere dahil edilmesi çok da uzak bir gelecek değil.

     Kaptan Amerika bizler için bir hayali temsil ediyor. Genetik, nanoteknoloji, nörobilim, biyomühendislik… İnsanoğlunun laboratuvarda geliştirilmesi konusunda muazzam fırsatlar sunuyorlar; ancak biz insanları diğer canlılardan ayıran şey, varlığımızı sorgulayabiliyor ve özümüz hakkında kaygı duyabiliyor oluşumuzdur. Gen tedavileri ve süper insan çalışmaları çok dikkatli yürütülmesi gereken hassas konulardır. Bir askeri, ölüm makinesi haline getirmek insanlığın özüne müdahele etmektir. Bunun doğuracağı yan etkilerse asla tahmin edilemez. Bu teknolojiler kontrol altında tutulamazsa özümüzü değiştirebilir.

Red Skull (Flickr)

 

     Örneğin; filmde bahsedildiği şekilde  Hitler’in doğa üstü projeleri araştırması için görevlendirdiği Johann Schmidt, profesör Abraham Erskine henüz Almanya’da serumu geliştirirken, serumdan haberdar olur ve denemek ister. Profesör ona engel olmak istese de sonuçlar korkutucudur, Schmidt’in içindeki kötülük gelişmiştir ve adı Red Skull olarak geçen bir mutanta dönüşmüştür. Bu, bir süper insan yaratmanın sonuçlarını değerlendirebilmemiz açısından kurgusal da olsa en değerli örneklerdendir.

 

 

Kaynaklar

yorum

Umit için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Seyit Zor

TED Kayseri Kolejinden mezun oldu. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Biyomühendislik eğitimi görüyor. Bilim tutkunu. Teknoloji bağımlısı. Japon kültürüne meraklı. Bilim kurgu, çizgi roman takipçisi. Eski milli okçu. Boş zamanlarında fotoğraf çeker, yemek yapar.