Safe Jets AviaCourse Avibrary Entropol

“Neden hiçbir şey olmayacağına bir şey var?”

aylak_hic_yoktan_bir_evren
Hiç Yoktan Bir Evren, Lawrence M. Krauss – Aylak Kitap

Geçtiğimiz ay Lawrence W. Krauss’un Aylak Kitap’tan çıkmış olan “Hiç Yoktan Bir Evren” adlı kitabını okudum. Krauss bu kitabında bizlere evvela evrenin başlangıç probleminden yola çıkıp, evrenin düzlük problemine, karanlık maddeden, karanlık enerjiye, şişme teorisinden hiçliğin kararsızlığına ve dolayısıyla da “büyük patlamadan öncesinde ne olduğuna” kadar kozmolojik keşifler öyküsünü özenle birbirinden ayrılmış ve böylece okura dinlenme şansı da bırakan bölümler halinde aktarıyor.

Krauss sadece bir popüler bilim yazarı değil, literatüre önemli katkıları bulunan bir teorik fizikçi. Kendisinin “karanlık enerji” kavramının, yani evrende var olan kütle ve enerjinin çok büyük kısmının uzay boşluğunda yer aldığı olgusunun kâşifi olduğunu tam bu noktada belirtmek isterim. Zira aslında karanlık enerjiyi ve bu karanlık enerjiden yola çıkılarak ulaşılan evrenin düzlüğü keşfini birinci ağızdan okuyor oluyorsunuz. Ayrıca Krauss, “hiçliğin kararsızlığını” da ortaya koymaya çalışıyor ve nasıl olup da hiçlikten bir şey doğabildiğini anlatmaya çalışıyor, ki zaten kitaba adını veren de, Krauss’a bu kitabı yazma amacını veren fikir de bu.

Kozmoloji ve kuantumu anlaması neden zor?

Teorik fizik çoğunlukla matematiksel modeller üzerine kuruludur. Fakat popüler bilim kitaplarında bilim insanları bizlere sayfalarca matematik formüllerden değil bu formüllerle ulaşılmış bir takım pratik sonuçlardan bahsederler. Matematik açıdan son derece açık ve net olsalar da bu pratik sonuçlar kulağımıza biraz tuhaf gelebilirler. Hatta bu tuhaflıklar hiç de ilgisi olmamasına karşın sözdebilimcilerin de iştahlarını kabartır ve kozmik detokslardan kuantum iyileşme seanslarına dek pek çok palavraya da rastlarız böylelikle.

İşte kozmoloji ve kuantumda kurulan hipotezler, oluşturulan teoriler ve varılan sonuçlar bahsettiğimiz matematik modellerinin çözümünden ya da yorumundan ortaya çıkıyorlar. “Matematikten çıkarıma ulaşmak da ne demek?” diye soranlara her zaman verdiğim basit ve anlaşılabilir bir örnek mevcut. Sözgelimi aşağıdaki gibi ikinci dereceden bir denklem:

 

X2=1

Bildiğiniz üzere bu denklemin çözüm kümesi iki elemanlıdır: {-1, 1}. Yani hem artı bir, hem de eksi bir bu denklemi çözer, zira ikisinin de karesi artı birdir.

Ve şimdi öyle bir doğa problemi düşünün ki bu problemin bağıntısı yukarıdaki gibi bir denklem olsun ve çözümü de bize bir parçacığın yükünü veriyor olsun. Bu durumda çözüm kümem {-1, 1} olurdu. Yani yükleri negatif ve pozitif olan iki ayrı parçacık olması gerektiği sonucuna matematiksel olarak ulaşmış olurdum. Elektronun karşıt parçacığı pozitronun bulunuş öyküsü işte tam olarak böyledir. Pozitron gibi bir parçacığın olması gerektiği onun gözlemlenerek keşfinden çok önce matematiksel olarak çıkarımsanmıştır. Hatta bu nedenle bir pozitron arayışına girilmiş ve varlığı da bu sayede gözlemlenmiştir.

Kozmolojinin bugün ulaştığı tüm büyük olgulara giden yolların zemininde Einstein’ın Genel Görelilik Denklemi vardır. Bu yüzden kitabın yüzlerce noktasında “Genel Görelilik Denklemi’ne göre şöyle olmuştur” ifadelerine rastlamak da tesadüfi değildir. Açıkçası -özellikle fiziğin bu alanına eğilmedikçe – niçin genel görelilik kuramına göre o sonuca varıldığını anlamasak da en azından Krauss’un ve fizikçilerin bizi kandırmadığını düşünerek yanıtları kabul etmek zorundayız. “Krauss’un kitabı bu anlaşılmaz kavramları harika bir şekilde açıklıyor” diyemeceğim. Öyle değil. Zaten amacı da bu değil ve tam olarak da Krauss’un “Akla Yatkın” olarak nitelendirilen hipotezi, “hiçliğin kararsızılığı” fikrini aktarmak. Kitaba adını veren de bu amaç zaten.

Neden hiçlik değil de varlık?

Parçacık ve antiparçacıkların birbirleriyle birleşip yok olması gibi, doğada zaman zaman da bu süreç tersine işliyor ve hiç yoktan birbirinin karşıtı olan iki parçacık ortaya çıkabiliyor. Krauss büyük patlamanın bir hiçlikten öylesine çıkabilmesini, görgül (deneysel / ampirik)  olarak da kanıtlanan bu kuantum fenomenine benzetimle anlatıyor.

Kitabın pek çok yerinde de yer verilen şu soruya da yanıt arıyor Krauss:

“Neden hiçbir şey olmayacağına bir şey var?”

Yani neden hiçlik değil de varlık çıktı ortaya? Oysa hiçlik daima bir hiç olarak var olmaya devam edebilirdi de.  Krauss hiçliğin kararsız olduğunu ve zaten tam olarak da varlığın ortaya çıkması gerektiğini öne sürüyor.

Binlerce yıldır dini ve felsefi olarak da tartışılan bu soruya yanıt vermeye çalışan Krauss’un, kendisi bir ateist aktivist olduğu için dindarlara ya da din adamlarına da gönderme yaptığı oluyor. Richard Dawkins bu kitabın Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı kitabından beridir yazılmış olan en önemli bilimsel kitap olduğunu düşünüyor. Kitap için de bir önsöz kaleme almış Dawkins. Bu önsöz Türkçe baskısının sonunda yer alıyor.

Şansın bize gülüşü…

Bu yazının başlığına da iliştirdiğim bu ifade, kitapta dikkat çeken ve hoşuma giden bir değerlendirmenin kısa ifadesi aslında. Kitaba ve konusuna ilgi duyanlara da bu bilgiyi özet olarak aktarmak istedim.

Şanslı olan kim derseniz, bu çağda bu fiziğe ulaşmış olan insan ırkı diye açıklayabilirim. Nedeni ise evrenin korkunç uzunluktaki yaşamı içerisinde yer aldığımız zaman diliminin özelliği.

Bu zaman dilimi özeldir çünkü evrenle ilgili pek çok gözlemi yapabildiğimiz bir zaman dilimidir. Bu sayede galaksimizi gözlemleyebiliyoruz mesela.

Biraz daha açmak gerekirse bu fikir evrenin giderek hızlanarak genişliyor olmasından doğar. Bir süre sonra evren ışık hızından dahi daha hızlı genişliyor olacak. Hiçbir şeyin ışıktan hızlı gidemeyeceğini söyleyen özel göreliliğe göre kulaklara imkânsız gelen bu durum genel göreliliğe göre mümkündür; zira genel göreliliğin imkân sağladığı “eğilip bükülen” uzay, cisimlerin tek tek hızlarını değil ama birbirlerinden uzaklaşma hızlarını ışık hızının üzerine çıkarabilir.  Bu durum da yeteri kadar uzun bir süre beklersek gökkubbede gördüğümüz her şeyin giderek gözden kaybolacağı anlamına gelir. Mesela Samanyolu’yla aynı galaksi kümelenmesinde bulunan komşu galaksilerin ışıkları 150 milyar yıl sonra epey bir kırmızıya kaymış olacak. 2 trilyon yıl sonraysa bu galaksileri zar zor fark edeceğiz, arka plandaki evren ise tamamen kaybolmuş olacak.

Sadece gökyüzünü şenlendiren ya da teleskobumuzun aynasını dolduran görüntüler değil, bugün evrenin genişlediğini anlamamızı sağlayan kanıtlar ve karanlık enerjiye dair her şeyin tamamı da ortadan kalkmış olacak. Yani –varsa o dönemde bu civarlardaki gezegenlerden birinde gelişmiş bir yaşam türü-, ancak ve ancak bizim bundan yüz yıl önce sahip olduğumuz astronomi bilgisine sahip olacaklar -tabi şu an akla hayale gelmeyecek ve bizim hiç keşfetmediğimiz bambaşka yollar keşfetmeyeceklerse. Yani yaşadıkları gezegen, kendi güneş sistemleri ve sadece içinde kendilerinin bulunduğu bir galaksi (Yüz yıl önce Samanyolu’ndan başka bir galaksi olduğunu bilmiyorduk. Şimdi düşününce ne tuhaf geliyor…). Çünkü evrenin genişlediği fikrinin üç ayağı da kırılacak.

Birinci ayak, Hubble genişlemesi, yani uzaktaki cisimlerin ışıklarının kırmızıya kayıyor olmasından yola çıkarak ulaştığımız bilgi, “uzak cisimler” sırra kadem bastıkları için hiç öğrenilemeyecek. Zaten teleskoplarından baktıklarında görecekleri uzay, içerisinde yer aldıkları galaksi ve onların arkasındaki koca bir boşluktan ibaret olacak.

O tarihte evren bugünkünden 100 kat büyük olacağı için Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması da epey azalacak ve tespiti imkânsız hâle gelecek. Zira o kadar az olacak ki yıldızlar arasındaki ışınımın frekansının (plazma frekansı) altında kalacak ve gözlem aletlerine hiç ulaşmayacak bile.

Üçüncü ayak olan, bugün Hidrojen (H) ve Helyum (He) gazlarının ölçtüğümüz oranları da epey değişmiş olacak. Yıldızlar H tüketerek He ürettikleri için 1 trilyon yıl kadar sonra kainattaki elementlerin %60’ı Helyum olacak. Bu da o dönemki araştırmacılara artık başka hiçbir emare de olmadığından büyük patlamaya işaret edecek bir fikir vermeyecek.

Kısacası, evren hakkında soru sorup yanıt alabildiğimiz, evrenin muhteşem büyüklüğüne şahit olabildiğimiz bir zamanda yaşadığımız için kendimizi şanslı sayabiliriz. Krauss’un Bob Scherrer ile birlikte kaleme aldığı bir makalede belirttikleri şekliyle:

“Çok özel bir devirde yaşıyoruz…. Çok özel bir devirde yaşadığımızı gözlemsel olarak doğrulayabileceğimiz tek devirde!”

Çeviride bilimsel dikkat önemli

Gelelim kitabın kendisinin teknik değerlendirmesine. Yayınevine Krauss’un bu eserini dilimize kazandırdığı için teşekkür etmek gerek. Çevirmen Ebru Kılıç da içeriği ve konusu bakımından bu kitabı çevirmeyi kabul ederek zor bir işi üstlenmiş.

Ne var ki böylesine güzel kitaplarda temel fiziksel kavramlardaki çeviri hataları beni üzüyor. Temel fiziksel kavramlar diyorum, çünkü gerçekten de temel kavramlar. Örneğin ısı ve sıcaklık kavramları sürekli olarak birbirine karıştırılmış. Çevirmen  “sıcaklık” demesi gereken neredeyse her yerde “ısı” demiş. Bir noktada da negatif Kelvin sıcaklıktan bahsetmiş. Özel şartlar altında oluşturulduğuna 2 yıl önce şahit olsak da, kainat için söz konusu değil. Bazı astronomi terimlerinin değişmiş olduğuna da şahit oldum. Mesela “galaksi kümesi / kümelenmesi” (cluster), “galaksi grubu” olarak çevrilmiş. Bu önemli bir hata değil belki ama gözlerimiz “küme” kelimesini görmeye alıştığı için, “az önce özel bir gruptan mı bahsetti ve ben mi kaçırdım” deyip kendinizden şüphe etmenize ve bir iki sayfa geriye gitmenize neden olabiliyor.

Ancak bu saydıklarımız yine de ahım şahım hatalar değiller. Bu kadar kusur kadı kızında da oluyordur diyebiliriz. Çevirenin de ellerine sağlık…

yorum

Tutku Deniz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Tebrik ederim gerçekten güzel bir inceleme. Kitabın hem negatif hem de pozitif yönlerini anlatmanız çok iyi olmuş.

  • Tevfik Bey, değerlendirmenizi ancak görebildim. Elinize sağlık. Kitabın çevirmeni olarak çeviriyle ilgili düzeltmeleriniz için özellikle teşekkür ederim.

  • Hiçlik ile yokluk farklı şeylerdir, krauss bunu görmek mi istemiyor? Keşke işin bilimsel yönüyle daha çok ilgilenseydi de kendi materyalist görüşünü bu kadar empoze etmeye çalışmasaydı diyorum. Yoksa felsefeden yani epistemolojiden, ontolojiden anlamadığı belli.

  • Ben de su an bu kitabi okuyorum. Ingilizcesinde de Dawkins’in son sozu sonda :) Yani Turkcesine has bir sey degil bu.

  • virgül atlama nedeniyle anlatım bozukluğuna yol açmış çok sayıda cümle mevcut. Tek tük olsa göz ardı edilebilir ama maalesef çok sayıda denk geldim.
    Yayınevi gerçekten iyi iş çıkarmış. Ellerine sağlık diyelim.

Tevfik Uyar

Uçak Mühendisi ve Sosyologtur. Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını yönetim psikolojisi üzerine gerçekleştiren Uyar, biri popüler bilim, diğerleri bilimkurgu türünde üç adet kitap kaleme almış, üç adet kitabın çevirisini yapmıştır.