Basit bir kulak ağrısı en küçüğümüzden en büyüğümüze artık hiçbirimizi ölüm döşeğine yatırmıyor. Sivrisinekler tarafından taşınan sıtma artık dermansız bir dert değil; çünkü bunlar gibi pek çok hastalığın üstesinden antibiyotikler ile gelebiliyoruz, en azından antibiyotik kullanımının yaygın olduğu gelişmiş ülkelerde. Bu anlamda, antibiyotikler için modern dünyanın en büyük keşiflerinden biridir diyebiliriz. Her buluşun yanında başka sorunları da ortaya çıkarması olasıdır. Antibiyotikler bağlamında, bu sorunların en büyüğü belki de, antibiyotik direnci diye bilinen, antibiyotiklerin esas hedef tahtası olan bakterilerin antibiyotiklerin etkilerini ortadan kaldıran mutasyonlara uğrayıp onların ölümcül etkilerine karşı dirençli hale gelmesidir. Kısacası, hep aynı ilaçlarla iyileşmek isteyen bizlerin başına gelebilecek en kötü şeylerdendir.

Modern insanın bakterilere karşı verdiği savaşta bakterilerde gelişen antibiyotik direncinin, gene modern insanı etkilemesini ve en geniş çaplı direncin gene modern insanı etkileyen bakterilerde gözükmesini bekleriz. Geçtiğimiz haftalarda Science Advances dergisinde yayımlanan bir makale, bu savı çürütür şekilde, Amazon’da yaşayan ilkel ve izole Yanomami kabilesi bölgesindeki bakterilerde, hiçbir modern ilaca maruz kalınmamasına rağmen ciddi bir antibiyotik direncinin keşfedildiğini duyurdu.

Bakterilerde, ve aslında bütün diğer organizmalarda, zaman içinde kendi hayatlarını tehdit eden maddelere (ilaçlara) karşı direnci olanların hayatta kalması ve böylece dirençli nesillerin yetişmesi evrimsel olarak gözlemlediğimiz bir süreçtir. Sonuçta, direnç gösteremeyen bireyler ölecek ve ancak dirençli bireyler hayatta kalacak ve üremeye devam edecektir. Bu sayede, yeni nesiller de aynı dirence sahip olacak ve artık bir önceki nesli kırıp geçiren maddeler artık o türe aynı şekilde etki etmeyecektir.

Antibiyotikler, hedefledikleri organizmaya hayatı zehir eder. Mesela, bakterilerin bölünmesi sırasında önemli rol oynayan bir proteini hedefleyip onu etkisiz hale getirerek üremelerini önleyebilir ve azınlıkta kalan zavallı bakterilen bağışıklık sisteminiz tarafından teker teker ortadan kaldırılmasını izleyebilirsiniz. Bir başka yöntem, HIV gibi virüslerin hücrenin içine girmek için kullandıkları mekanizmayı bozabilir, böylece onları ölümcül bir yaratıktan vücutta dolaşan zararsız toz parçacıklarına çevirebilirsiniz. Bu zararlı şeylerin nasıl etki ettiğini anladıktan sonra onları zararsızlaştıracak yollar bulmamız çok zor olmuyordu geçmişte. Bizim için esas zor ve yorucu olan, zararlı arkadaşların bize isyan etmesi ve hayatta kalmak için yeni yollar bulmasıdır; çünkü bu her şeye baştan başlamamız anlamına geliyor.

Antibiyotik direncini esas tehlikeli yapan şeylerden bir tanesi, direnç için gerekli olan değişinimlerin sayısının genellikle az olması ve bu değişinimler için çok fazla zaman geçmesinin gerekmediğidir. Çağrı’nın Açık Bilim’deki yazısına bakarsanız, radyoaktiviteye karşı direnç, sadece üç tane değişinimle sağlanabiliyor. Bakterilen neredeyse 12 saatte bir ürediğini ve sayılarını kabaca iki katına çıkardıklarını düşünürseniz, daha siz iyileşip bir daha hasta olmaya vakit bulamadan onlar vücudunuzu istila etmek için yeni yöntemler geliştirmiş olabiliyor.

Günümüzde antibiyotiklerin aşırı ve düzensiz kullanımı, antibiyotik direncinin de ciddi bir şekilde ortaya çıkmasına ve sorun oluşturmasına neden olmuştur. En basiti, 50 yıl önce kullandığımız ilaçlar artık işe yaramıyor. Sürekli olarak yeni ilaçlar bulmak ve günden güne kendilerini değiştiren zararlılara karşı tetikte olmamız gerekiyor.

Antibiyotik direncinin, en belirgin şekilde modern hayatın içinde yaşayan insanlarda gözükmesi beklenir. Sonuçta, herhangi bir hastalığa maruz kalındığında ilaçları kullanan bu insan grubu oluyor. Science Advances’de yayımlanan bir araştırma, bu savın geçerli olmadığını ve modern hayattan tamamen izole şekilde yaşayan bazı Amazon yerlilerinde, şaşırtıcı şekilde, antibiyotiklere karşı dirençli daha çok sayıda bakterinin bulunduğunu gösteriyor.

Bu buluşun hikayesi oldukça ilginç. Zaman zaman televizyon kanallarında ve haberlerde “yeni keşfedilen insan grupları”na dair haberleri, doğrulukları tartışmalı olsa da, duyarız. Bunlar genelde Amazonlar gibi uçsuz bucaksız ve farklı bölgelerinin birbiriyle etkileşimi az olan yerlerde görülür. Öyle ki, bazı insan grupları tarihlerinde neredeyse hiçbir zaman diğer insanlarla etkileşim içerisine bile girmez. Örneğin, Afrika’da konuşulan farklı dil sayısı, insan toplulukları arasındaki etkileşimin çok az olmasında dolayı 2000’i bulmuştur. Ara sıra da, o bölgeden geçen bir uçak veya helikopter sayesinde bu insanları bulabiliriz.

En yeni bulunan izole kabilelerden bir tanesi, Amazon bölgesinde yaşayan avcı-toplayıcı Yanomami kabilesidir. 2009 yılında Venezuela Amazonları’nın dağlık bölgelerinde bulunan bu insanlar, şimdiye kadar hiçbir modern insan ile etkileşime girmemiş, modern dünyanın getirdiklerinden bihaber durumdadır.

Bilim dünyasının ilgisini çeken konulardan bir tanesi de, Yanomami insanları ve onların diğer zararlılar ile olan ilişkisidir. Her ne kadar bakterilere bu yazıda zararlı diyor olsam da, vücutlarımızda sayısı trilyonları bulan onlarca farklı çeşit bakteri yaşıyor ve bizim gündelik hayatımızı sürdürmemize, sindirimimizden tutun da bağışıklık sistemimize kadar pek çok alanda yardım ediyorlar. Elbette, bu bakterileri diğer bakterilerden ayıran pek fazla özellik yok; onlar da sonuçta antibiyotiklerden etkileniyor ve aynı zararlı bakteriler gibi onlara karşı direnç geliştirebiliyor.

Science Advances’ta yayınlanan makalede [1] sunulan ilk sonuçlar oldukça şaşırtıcı; Yanomami insanlarının bağırsaklarında yaşayan bakteriler, bilinen ilaçların pek çoğuna karşı dirençli. Dahası, modern insanın sahip olduğundan daha fazla bir direnç çeşitliliğine sahipler. Bu oldukça şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı, çünkü bu insanlar daha önce hiç ilaçlara veya ilaç ile beslenmiş hayvanlara maruz kalmadılar. Bu yüzden de, bağırsaklarında yaşayan bakterilerin düşmanı hiç olmadı. Bu durumda bakterilerde herhangi bir direnç görmeyi açıkçası beklemiyorduk. Ama sonuçlar, tam tersini gösterir şekilde.

Yanomami insanlarında görülen antibiyotik direncinin nasıl ortaya çıktığı hâlâ bir soru işareti. Öne sürülen görüşlerden bir tanesi, bu bakterilerin toprakta bulunan diğer mikroorganizmalara karşı direnç geliştirdiği ve bu direncin de bizim ilaçlarımıza karşı koyduğu yönünde. Yani, bakteriler sadece ölmemek istemişler ve onların hayatını tehdit eden dış zararlılara karşı direnç geliştirirken biz modern insanın yöntemlerine karşı da direnç geliştirmişler. Diğer olası ve daha genel bir sonuç içeren görüş ise, antibiyotik direncinin tek tek ilaçlara karşı değil de, canlının hayat döngüsündeki önemli mekanizmaları korumak için daha genel çaplı savunmalar geliştirmek üzere ortaya çıktığı. Örneğin, etki göstermesi hücre duvarını parçalamaya dayanan bakterilerde, bu görevi yapan birden fazla enzimin ortaya çıkması ve bunların da çevresel faktörlere daha dirençli şekilde evrilmesi, geniş bir ilaç grubunun etkisini ortadan kaldırabilecek niteliktedir.

Aynı insanlar üzerinde yapılan başka araştırmalar, Yanomami insanlarında bulunan bakterilerin bizlere kıyasla daha çeşitli olduğu yönünde sonuçlar elde etti. Bunlar arasında en önemlilerinden bir tanesi de, böbrek taşı oluşumunu engellediği bilinen okzalobakterler. Yanomami insanlarında bu bakteriler hâlâ bulunuyor ve bu sayede de böbrek taşından kurtuluyorlar. Öte yandan, biz ise günlük yaşamımızda maruz kaldığımız çeşitli etmenlerden dolayı artık bu bakteriyi vücutlarımızda taşımıyoruz ve böbrek taşlarını kırmak için doktor doktor gezmek zorunda kalıyoruz.

Yanomami insanları üzerinde yapılan çalışmalar hâlâ devam ediyor. İlk yayımlanan sonuçlardan olan antibiyotik direnci ise, bilimin direnç gelişimine karşı anlayışını genişletecek ve yeni hastalıklarla daha bilinçli şekilde savaşmamızı sağlayacak şekilde. Gene de, siz siz olun, antibiyotiklerinizi doktorunuzun önerdiği şekilde, aksatmadan ve kararında kullanın.

Kaynakça

[1] vd., 2015. The microbiome of uncontacted Amerindians. Science Advances 1:3 e1500183

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Batuhan Kav

Koç Üniversitesi Fizik Bölümü'nde yüksek lisans öğrencisi. Proteinlerin ve enzim dinamiklerini teorik ve hesaplamalı olarak inceliyor. Daha öncesinde Cambrdige Üniversitesi'nde biyofizik üzerine çalıştı, 2013'te Bilkent Üniversitesi Kimya Bölümü'nü bitirdi. Alanını değiştirse de gönülden bağlı olduğu kimya hakkında kimyablog.com adresinde yazıyor.